Bu
bir elmadır (Rene Magritte’e göre elbette bu bir elma değildir ama bu başka bir
tartışmanın konusu olarak şimdilik kenarda dursun).
Evet
bu bir elmadır. Türk Dil Kurumu’na göre elma, bitki bilimi açısından
“Gülgillerden, çiçekleri pembe veya beyaz bir ağaç (Pirus malus)” olarak
tanımlanıyor, gündelik dilde ise “Bu ağacın kabuğu parlak, sert, kırmızı, sarı
ve yeşil renkte, kokusu hoş, tadı ekşi veya tatlı, dokusu gevrek, ufak çekirdekli
meyvesi”. İkinci tanım bizim için daha anlaşılır ve tanıdık. Elma, muhtemelen
bir çoğumuzun severek yediği bir meyve. Elma denildiğinde aklımıza ilk gelen bu
olacaktır.
Zihnimizde
bir elma imgesi canlanacaktır. Bu imge kimimiz için ağaçta duran bir elmayken,
bir başkası için kasada durabilir. Birimiz kıpkırmızı bir elma düşlerken,
diğerimiz tadı daha ekşi yeşil bir elmayı çağırabilir zihninden. Fakat rengi,
nerede durduğu değişse bile aklımıza gelen yenilebilecek olan bir meyvedir.
Zihnimizi
biraz daha zorlamaya başlarsak elmanın bize başka çağrışımlar da getirdiğini
görürüz. Her nesne düz anlamını temsil ettiği gibi ayrıca kültürel kodlarla
örülmüş olan yan anlamı da bizim zihinlerimize getirir. Dolayısıyla her bir
kavram çok farklı anlam katmanlarını içinde bulundurur. Her bir kavramı katman
katman açmak, katman katman okumak mümkündür.
Elmanın
bir meyve olmaklığının ötesinde bize çağrıştıracağı ilk şey herhalde Adem ve
Havva’dır. Cennette yaşayan Adem ve Havva’nın Tanrı’nın buyruğuna uymayarak
ağaçtan elmayı kopararak yemesi onların cennetten atılmalarına neden olur. İşte
bu sebepten dolayı da elma ilk günahın sembolü haline gelir. Elma, yasağı
niteler. Bu nedenle yasak aşkın da simgesine dönüşür elma. Romandan uyarlanan
bir televizyon dizisi olan Aşk-ı Memnu’nun jeneriğinde bir avucun içinde duran
kırmızı elmanın başka ne anlamı olabilir ya da bir vampire aşık olan ölümlü
kadının aşkını anlatan sinemaya da uyarlanan kitabın kapağında kırmızı bir elma
neden yer alsın ki (ve bu elmalar ne yeşil, ne de sarıdır, illaki kırmızıdır.
Bu bize kırmızı söyleminin kapılarını açsa da bu konuya değinmeden geçeceğiz)…
Romantizmi
bir kenara bırakıp biraz bilime doğru yöneldiğimizde ise elma yine karşımıza
çıkmaz mı? Newton’un altında oturduğu elma ağacı ve elmanın kafasına düşmesi
ile “birden” yerçekimi kanununu buluvermesi. Hikmet elma da değil elbet,
Newton’da. Yoksa Newton’dan önce kimse şahit olmamış mı elmanın veya başka bir
meyvenin ağaçtan düştüğüne? Ancak Newton’un yerçekimi kanununu buluşu hikayeleştirip
basite indirgenirken okullarda, elma yadigar kalır. Elma, yerçekimi kanunudur,
yerçekimi kanunu elmadır. Elma mitine bir de bilim katılır.
Bilimden
sonra kahramanlığa doğru seyredelim biraz da. Elma, keskin bir nişancının
hedefidir ayrıca. Bir filmde, bir kitapta, çizgi film ya da çizgi romanda…
Özellikle ok atan kişinin ne kadar keskin nişancı olduğunu göstermek için
kullanılan bu klişede elmayı kafasının üzerine yerleştirerek hedef tahtasına
dönüşen bir kişi çıkar karşımıza. Canlı hedef tahtası kafasının üzerindeki elma
ile dikilir kahramanın karşısına ve kahraman hiç hatasız elmayı ortasından
vuruverir. Ortadan ok ile vurulan elma artık kahramanlığın, cesaretin,
yiğitliğin “gösteren”i haline gelir.
Şimdi
bir de masallara uğrayalım tamamlamaya yakın. Kötü kalpli üvey annenin güzel
prensesi öldürmek için kullandığı yollardan biridir zehirli elma. Prensesi
nasıl öldüreceğini düşünen üvey anne, gizli odasında çalışır ve zehirli bir
elma hazırlar malumunuz. Sonra köylü kılığına girerek parlak kırmızı elmayı
prensese ikram eder. Prenses bir ısırır ve uzun bir uykuya dalıverir. Bazı
anlatanlara göre prens öpünce, bazı anlatanlara göre ise prens uyuyan prensesi
kendi sarayına götürürken düşürünce boğazında takılan elma dışarı çıkar ve
prenses uykusundan uyanıverir. Elma yani kötülük artık prensesin bedenini terk
etmiştir. Yine bir kötülük simgesi olarak çıkar elma karşımıza.
Masallarda
kötülüğü çağrıştıran elma, çocuk oyunlarında ise eğlenceli bir tekerlemenin
içinde yer bulur kendine: “Elma dersem çık, armut dersem çıkma”. Saklambaç
oynayan çocukların ebenin yerinden ayrılmasıyla diğer arkadaşlarını sobe
yapabilmesi için uyardıkları bir tür parolaya dönüşür bu kez elma. Harekete
geçilmesi gerektiğini belirtir hem sobeleyecek çocuk için, hem de ebenin
kendini koruması için biraz da.
Ve
son olarak atasözlerine, deyimlere ya da kültürel olarak kullandığımız
kalıplara yerleşmiştir elma. Bir çırpıda sayabileceklerimiz “elma yanak”, “bir
elmanın iki yarısı”, “yarım elma gönül alma”, “elma gibi” söz öbekleridir. Kendi
kültürel kodlarımız açısından bakıldığında elmanın kötücül bir anlamı yoktur
aslında, daha “evrensel” (!) kodlar elmayı biraz daha kötücül olarak
kodlamıştır zihnimize.
Bu
bir elmadır diye başlamıştık söze ve bitirirken işte bu bir söylemdir diyelim.
Söylemi uzun uzun tanımlamak elbette mümkün. Dilden, kültürden, iktidardan,
ideolojiden, sözün nasıl şekillendiğinden, her şeyin bir dil olduğundan söz
etmek elbette mümkün. Söylemin sadece şimdi aktardığımız olmadığını da söylemek
mümkün. Söylemi politik olarak ele almak, sınıf ayrımını söylemde aramak
elbette mümkün. Ancak bu yazının niyeti değil bunlar. Bu yazının niyeti bir
örnekle söylemi açıklamaktı. Başka örneklerle söylemin anlam alanını
genişletmek ise elbette olası.
Elma,
sadece bir elma değil. Evet bir meyve ama söylem katmanları aralandıkça yer
çekiminden, günaha, yasak aşktan ölüme, çocuk oyunlarından yiğitliğe kadar pek
çok çağrışımı bize sunuyor. Kültürel kodlarla örülmüş olan elmanın anlam alanı
artık sulu bir meyve olmaktan çıkıyor.