Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

20 Eylül 2018 Perşembe

Bir hak mücadelesini haksızlaştırma çabası





3. havaalanı inşaatı bugünlerin malum konusu. İsim konusunda yaşanan tartışma kadar değerli görülmese de inşaat emekçileri haklarının peşinde. Çalışma şartlarından memnun olmayan işçiler kimilerine göre “manidar” bir zamanda haklarını savunmaya geçtiler. Dile getirilen şartlara baktığınızda da insanca çalışmak dışında bir istekleri yok. İstekleri tekrardan yazmayacağım, arzu edenler şuradan bakabilirler: https://t24.com.tr/haber/yuzlercesi-gozaltina-alinan-havalimani-iscileri-ne-talep-ediyor,700828  
Bu yazının derdi bir hak mücadelesinin nasıl haksızlaştırılmaya çalışıldığı. Bu tür konularda üç maymunu oynayan bir kitle medyası varken hak haberlerine erişimin kaynağı alternatif haber mecralarından ve sosyal medyadan geçiyor. Artık her toplumsal olay, her toplumsal hareket reel alanda yaşandığı gibi sanal kamusal alanda da yaşanıyor. 3. Havaalanı inşaatında yaşananlar, konuya ilişkin bir kamuoyu oluşturmak için #KöleDeğiliz etiketiyle paylaşılmaya başlandı. Buraya kadar süreç olağan. Olağan olan ama tuhaf olan ise bu hak mücadelesini haksızlaştırmak ya da küçük görmek için yazılanlar ya da “bulmuşlar da buluyorlar” imaları.
Bir koro şeklinde söylenen şeylerden biri havaalanının zamanında açılmaması için eylem yapıldığı. Bazı medya mensuplarının da çanak tuttuğu bir görüş bu. “Neden önce değil de şimdi yapılmış” manasında yazılar. Bıçak kemiğe dayandı diye bir söz vardır, bilir misiniz? Belki bu yüzdendir. Sabrın sonu selamettir anlayışı çökmüştür belki de artık. Belki öncesinde sözler verilmiş ama o sözler tutulmamıştır. Bir mücadelenin başlangıcı için “neden şimdi?” sorusu onu meşru olmayan bir duruma düşürmenin temel ilkelerindendir.

“Benim yoksa onun da olmasın”
Bir diğer haksızlaştırma biçimi ve belki de ilkinden daha korkuncu direnenler gibi işçi olanların yaklaşımı. #KöleDeğiliz etiketi altında yazılan bir tweet inşaatlarda çok kötü koşullarda çalıştığını söyleyen bir işçiye aitti ve diyordu ki “3. Havaalanı İnşaat’ı en iyi yerlerden biri.” Kötüden örnek olmaz derler. Yani diğer yerler kötü olduğu için kötüsüne razı mı olmalılar? Ya da eğer diğer yerler daha kötüyse birlikte mücadeleye değmez mi? İnsanın kendisine ve kendi gibi olanlara böylesine yabancı, böylesine başkasının gözlükleriyle bakmasına ne denebilir? Asgari şartların sağlanması gerekliliğine destek yerine “daha kötüleri var” kalıbı… Birlikte daha iyi şartlarda çalışalım yerine benim yoksa onun da olmasın yaklaşımı. Lakin bunu yazan işçiye yıllardır bu söylenmemiş midir? “Falanca yerde nasıl çalışıyorlar, bir de buradan şikayet ediyorsunuz” diye. Muktedir olanın sözünü duyaduya aslında mazlum olan bir muktedir olmuştur o da.
Bir diğer husus ise dışlama, ötekileştirme. Her olaya uygulanan ve uygulanabilecek bir yöntem ötekileştirme. İşçilerin direnişinde de ortaya çıkıveriyor. Ne istediklerine dahi bakılmadan terörist olmakla suçlanıyorlar söylemlerde. Erkin (siyasal ya da ekonomik) karşısına dikilmiş olan herşey ve herkes talebi ne olursa olsun tek bir yaftayla bertaraf edilebiliyor ne de olsa.
Son bir grup daha var. Onlar ise kendilerine dokunmadığı sürece bu konuları hiç düşünmeyenler, kendilerine has başka gündemler yaratanlar, “iki slogan atılıyor” diye olayı küçümseyenler.

Gazetecilik ezilenden yana olmalıdır
Bu olay gündeme gelince medya ile ilişkisini düşünmek kaçınılmaz. Zira iletişim fakültelerinde öğrendiğimiz ve hala öğretmekte olduğumuz gazetecinin toplumdan yana taraf olmasıdır. Üç gazetecinin vaktiyle söyledikleri geldi aklıma.
Umur Talu ile yaptığımız söyleşi sırasında şöyle demişti: “Gazetecilik yaptığım saatlerde ezilen mağdur edilen, hırpalana insanları düşünüyorum. Bu insanları düşünmeden gazetecilik nasıl yapılır bu beni rahatsız ediyor.”
Bir diğeri Ragıp Duran’dı: “Benim derdim gazetecinin mutlaka ve mutlaka bir kere gazetecilikten taraf olmasıdır. Siyasi ve ideolojik olarak da güçsüzden, zayıftan, eşitlikten, insan haklarından,  adaletten, evrensel değerlerden yana olması, taraf olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü isteseniz de istemeseniz de mecburen taraf olacaksınız. Dolayısıyla iyi bir taraftan olun ki bir anlamı olsun.”
Ve son olarak Ahmet Şık’ın mahkeme savunmasında söylediği şu sözleri: “Doğru ve yanlış gerçek ve yalan, haklı ve haksız, zalim ve mazlum arasındaki karşıtlıkta ve elbette ki adaletsizlikte gazetecinin tarafı bellidir.”
Belki de önce medya tarafını bilmelidir. Medya tarafını bilmelidir ki toplumun yanında durabilsin, durabilsin ki toplum başkalarının gözlüğü ile gördüğü dünyayı kendi gözleriyle görebilsin. Lakin medya, inşaat ve enerji üçlü sektörü patronajlı medya kuruluşlarında çalışan emekçilerin bunları yazabilmesi mümkün mü sorusu belki başka bir tartışmanın konusu.

17 Eylül 2018 Pazartesi

Mahremiyetin Değişen Yüzü: Sosyal Medya*

Çağımız bizi uçsuz bucaksız bir mekana (aslında mekan olmayan bir mekana) doğru çekiyor ve bu çekime neredeyse kimse karşı duramıyor. Bu girdabın adı sosyal medya.  Görsellik çağı olarak tanımladığımız çağ artık bu tanım yerine kendini görünürlük çağına bırakıyor. Artık görünmek var olamak ile neredeyse eş anlama geliyor.
Sosyal medyada kendimizi göstermek artık günümüzün şiarı.  Her yeni teknoloji gibi sosyal medya da bireylere kendi kurallarını getiriyor ve hatta belki de dayatıyor. Toplumsal kurallar ile sosyal medyanın kendi kuralları ise zaman zaman çatışma gösteriyor. Peki kim galip?Popüler hale gelen sosyal medya akımları karşısında geleneksel toplum kuralları mağlup olmuş gibi duruyor. Belki de sosyal medya kullanıcıları da bu mağlubiyetten şikayetçi değiller.
Zira kendini göstermek çağımızın en önemli isteği ve aynı zamanda sorunu. Sosyal medya bireylerin düşüncelerini, duygularını, fotoğraflarını, anlarını aslında hayatlarını başkaları ile paylaşabilmeleri için tasarlanmış bir yapıya sahip. Hayatın çoğu zamanını sosyal medya arkadaşları ile paylaşmayı arzu eden bireyler, belki zaman zaman gerçeklikten de koparak kendilerini teşhir ve ifşa etmeye başladılar. Dolayısıyla günümüzün en tartışılır kavramlarından biri mahremiyet oluverdi.
Mahrem kavramı sosyal medya ile büyük bir değişikliğe uğradı. Artık mahrem sayılan şeyler mahrem olmaktan çıkmaya, normal olarak kabul edilmeye başlandı. Ancak bazı şeyler halen tartışılabilir boyutta. Kültür ve toplumsal kurallarla karşıtlaştığını düşündüğümüz örneklerden yola çıkarak sosyal medyanın nasıl bir değişim yaşattığını tartışmaya çalışacağız.  
Sosyal Medya Bizi Şekillendiriyor Mu? Günümüzün belki de en sık kullanılan kavramlarından biri artık sosyal medya. Gençlerin ve hatta ileri yaştakilerin de dahil olduğu sosyal medya Web 2.0 teknolojisinin ortaya çıkmasıyla birlikte toplumların hayatlarına girmiş olan yeni bir mecra. Bir vazgeçilmez haline gelen sosyal medyayı basitçe eşzamanlı ve çift taraflı olarak bireylerin birbirleriyle paylaşımlarda bulunmalarını sağlayan bir ağ yapısı olarak tanımlayabilmek mümkün.
"Sosyal medya insanlar tarafından iletişimi kolaylaştırmak amacıyla yaratılan web tabanlı bilgi sunmakta, insanlar birbirleriyle hikayelerini ve deneyimlerini paylaştıklarından şu anda dünyadaki temel sosyal etkileşim kaynaklarından birini temsil etmektedir." 
Sosyal medya tanımı, insan hayatını kolaylaştırıcı ve daha fazla etkileşimde bulunmayı öngören bir çerçeveyi kapsıyor. Sosyal medyanın yola çıkış amacı tanımdaki gibi olsa da toplumlarda ciddi değişikliklere neden olabildiğini ve bireyi dönüştürebildiğini söyleyebilmek mümkün.  Hatırlamakta fayda var ki toplumlar, iç veya dış faktörlerden etkilenerek çeşitli değişimler gösterirler. Hiçbir toplum yıllar boyunca sabit kalmaz, kültürel öğeler değiştikçe toplumda değişir.
Toplumlarda yaşanan değişimlerin faktörlerinden biri de teknolojide yaşanan gelişmelerdir. Teknolojik determinist bir tavır geliştirmek doğru olmasa da teknolojideki gelişmelerin toplumu değiştiren unsurlardan biri olduğu ortadadır.  Her teknolojik gelişme gibi sosyal medya da bireyler ve toplumlar üzerinde değişimlere neden oldu. Teknolojik gelişmeler kendi kültürleriyle birlikte insanların hayatlarına girerler, dolayısıyla teknolojinin getiridiği kültür ile toplumun içinde var olan kültür bir çatışma içine girebilir.
Sosyal medyada ortaya çıkmaya başlayan bazı akımlar bireylerin kendi kültürleriyle ters düşüyor olsa da kabul edildi ve uygulanmaya başlandı. Sosyal medyada oluşan toplum -özellikle gençler arasında- bireylerin onaylanılması gereken bir yer haline geldi. Bu durum sosyal medya akımlarının öncelikle bireyleri ardından ise daha geniş bir kitleyi şekillendirdiği bir mecra oldu.  Mahremiyet Algısının Dönüşümü Sosyal medyanın bireyleri birbirine bağlarken aynı zamanda yeni bir iletişim biçimi de ortaya çıkarır. Bir sanal gerçekliğin ortaya çıktığı ağlarda bireyler kendilerine farklı profiller çizebilirler, olduklarından farklı davranabilirler. Bu farklılaşma son yıllarda üzerine çokça tartışılan bir alanı oluşturdu.
Tüm bu farklılaşmanın dışında toplumsal değer yargıları sosyal medya ile birlikte bir değişimden ve dönüşümden geçmeye başladı. Değişim ve dönüşümü tartışırken pergelimizi sabitlememiz gereken nokta mahremiyet algısı, zira sosyal medyanın temelden sarstığı yahut farklılaştığı kavram bu.  Belirtmek gerekir ki mahrem ve mahremiyet kavramları tanımlanması son derece zor alanlardır. Toplumdan topluma farklılık gösteren mahremiyet kavramı, aynı toplum içinde dahi farklı gruplar tarafından sınırları farklı çizilebilir. Ayrıca bu kavramın dönemden döneme değişiklik arz ettiği de söylenebilir.
Şimdi mahremiyet kelimesinin etimolojisine bakalım öncelikle, ardından kavram alanına değindikten sonra sosyal ağlarla birlikte yaşanan değişimi tartışalım. Mahrem kelimesi Türkçe'ye Arapça'dan geçmiştir ve kökü haram kelimesine dayanır.
Mahremin anlamsal alanına bakıldığında "1. Şeriatın yasak ettiği, haram. 2. Evlenmeyi şeriatın yasak ettiği nikah düşmeyen. 3. Yakın akrabadan olduğu için kadınların kendisinden kaçmadığı. 4. Biriyle içli dışlı, her türlü işlerini bilen. 5. Gizli, herkese söylenmez; herkesçe bilinmemesi gerek" anlamları ile karşılaşılır. Mahremden türetilen mahremiyet ise, "Mahrem olma durumu, bir kimsenin gizli özelliği. İslam hukukunda şer'an nikah düşmeme durumu"  karşılıklarını verir.  Gizlilik ve herkese kapalılık tanımlamaları içinde şekillenen mahremiyet, bu özelliklerinden dolayı ifşaya ve ifşaata kapalı olandır. Mahremiyetin sınırları hem toplum hem de birey tarafından belirlenir.
Bireyin kendine çizmiş olduğu sınır mahremiyetini ortaya koyar ve bu sınır onu toplumdan, kamusal alandan sınırlar, bireyin izin verdiği ölçüde bu alana girmek mümkün olur. Şunu da belirtmek gerekir ki; bireyin kendi mahremiyetini çizdiği alan da kısmen toplum tarafından belirlenir. Toplumun bireylere öğrettiği, yansıttığı hatta bazen dayattığı bazı sınırlar vardır ve bireyin bu sınırların dışında hareket etmemesi beklenir. Dolayısıyla kişisel mahremiyet toplumun da koyduğu görünmez sınırlarla bireylerin kendileri tarafından çizilir.  Günümüzde belki artık sosyal medyasız bir sosyallik düşünülemese de sosyal medyanın hayatımızda olmadığı günlerde bireylerin mahremiyetlerini kendi elleriyle ihlal etmeleri ve bu eylemden hoşnut olmaları çok mümkün gibi durmuyor.
Fakat bugüne baktığımızda Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'in söylediği gibi "mahremiyet artık norm değil. İnsanlar sadece daha çok ve çeşitli bilgiyi paylaşmakla kalmıyor, daha çok insanla ve daha açık bir şekilde paylaşıyorlar ve bundan memnunlar." Webster's New World Dictionary'e giren "abartılı paylaşım" kavramı şahsi bilgileri ortaya sermek; kişinin bir blogda veya başka bir yayın organında özel hayatını teşhir etmesi; teşhire maruz kalan kişiden ısrarla onay beklemesi anlamını taşıyor. Mesele sadece ifşa ve teşhir değil, aynı zamanda başkalarının da onayını alma arzusuna dönüşüyor. Bu arzu sosyal medyada ne yaş, ne cinsiyet dinliyor.
Descartes'in meşhur sözü olan "Düşünüyorum, öyleyse varım", "Görülüyorum, öyleyse varım"a dönüşüyor.  Görülmek ve kendini teşhir etmek aslında pekçok insan açısından sorunlu iken dini hassasiyetleri olan kişiler için daha problemli bir nokta olarak karşımıza çıkıyor. Burada biraz uzunca bir alıntı ile Nazife Şişman'a kulak verelim: "Müslümanların nefs terbiyesinin temel ilkesinin az konuşmak olduğunu; ayıpların örtülmesinin temel ahlak kaidesi olduğunu; kendini övmenin en büyük ahlak zaafı ve ‘görünme'nin de ‘olma'nın önündeki en büyük engellerden biri olduğunu kabul ederler. Bu kabullere rağmen Müslümanların, görmenin ve görünmenin hiyerarşisini değiştiren yeni teknolojileri sorgulamaksızın ve hiçbir filtre ya da kasis koyma gereği duymaksızın hayatlarına dahil ediyor oluşu, zamanımızın en çelişkili ve en eklektik durumu."  Sosyal Medya Kuralları vs Toplumsal Kurallar Sosyal medya kendi kurallarını herhangi bir aidiyet dinlemeden bireylere dayatabiliyor.
Ayrıca bireylerin toplum içinde varlıklarını sürdürebilmeleri, kabullenilmeleri ve onaylanmaları da bu dayatmaları kabul ile mümkün olabiliyor. Ancak zaman zaman toplumun kültürü ile sosyal medyanın kültürü birbiri ile çatışır hale gelebilir. Bu çatışmayı örnekler üzerinden yorumlamak daha yerinde olacaktır.  Bireylerin mahrem alanlarından biri hanesidir. Kültürel kodların bizlere söylediği evin, eve ait olan şeylerin kapıları samimiyete dahası yakınlığa bağlı olarak başka kişilere açılır. Ancak öncesinde bu hassasiyetlere bağlı olan kişiler dahi evlerinden görüntüleri sosyal medyada paylaşmakta artık bir sakınca görmez hale gelmişlerdir.
Evin içerisinde yapılan bazı değişikliklerin ya da eve yeni alınan bir eşyanın sosyal medyada paylaşılması neredeyse olağan karşılanır olmuştur. Evimizin kapılarını açmadığımız kişiler hatta belki hayatımız boyunca neredeyse 10 dakika bile konuşmadığımız Facebook arkadaşlarımız artık evlerimizin içine sızmışlardır. Evimizin anahtarlarını ise bizler onlara kendi isteğimiz ile teslim etmişizdir.  Diğer yandan fotoğrafla ilgili diğer bir konu ise kendimize ait olan fotoğraflardır. Belirli bir zaman öncesinde ve hala günümüzde suret yasağını tartışan Müslümanların bazıları artık kendi görüntülerini yayınlamakta herhangi bir sakınca görmemektedirler.
Sadece bir profil fotoğrafı belirlemenin ötesinde hayatlarının farklı zamanlarına yönelik anları takipçileriyle ya da ‘arkadaşlar'ıyla paylaşmakta herhangi bir sakınca duymazlar. Sosyal medyada görünür olmak kimileri için çoğu tartışmanın önüne geçmiştir. Elbette kendi hassasiyetlerine özen göstererek bu akımlara yenilmeyen kişilerin de varlıklarını ifade etmek gerekir.  Fotoğraf ile ilgili olarak değinilebilecek diğer bir konu ise bireylerin çocuklarının fotoğraflarıdır. Çocuğun elbette ki fotoğrafının yayınlanıp yayınlanmama konusunda herhangi bir tercihi bulunamaz, buna karar verecek olan onun ailesidir. Ancak kendi fotoğrafını yayınlamaktan imtina eden ve bunu doğru bulmayan bireylerin çocuklarının fotoğraflarını sosyal medyada paylaşmaları, kendi fotoğraflarını kullanmamak için çocuklarının fotoğraflarını profil fotoğrafı olarak kullanmaları bir çelişkiyi de beraberinde getirir. Kendi fotoğrafını sergilemeyi uygun bulmayan bir kişi neden çocuğunun fotoğrafını paylaşmakta bir sakınca görmez? Bir diğer tartışılabilecek konu ise özellikle bir dönem furyaya dönüşen yemek fotoğraflarıdır.
Özellikle özenli bir şekilde hazırlanmış olan yemeklerin fotoğraflarını çekerek paylaşmak sosyal medya kullanıcılarının bir dönem sıklıkla paylaştıkları fotoğraflar arasında yer aldı. Çoğunluğu "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" Hadis-i Şerif'i ile yetişmiş olan bir toplumun sosyal medya trendlerini takip etmek, üstten dayatılmış olan bir kültüre boyun eğmesi tartışılır konulardan biridir. Yediği ve ulaşabildiği yiyeceği ekonomik ve sosyal statü göstergesi olarak görmeye başlayan bireyler, içinde yetişmiş oldukları diğer toplumsal değerleri düşünmeksizin kendilerini sosyal medyada oluşan değerler sisteminin rüzgarına bırakıvermişlerdir. Dışarıda lokanta ya da cafelerde yediklerinin fotoğraflarını teşhir etmekten çekinmeyen bireyler aynı zamanda evlerinde hazırlamış oldukları sofraların da fotoğraflarını ifşa etmekten geri durmazlar.  
Sosyal Medya ile Aracılandırılan İbadet Sosyal medyada eleştirilebilecek paylaşım örnekleri ayrıca ibadet sırasında yapılanlar olabilir. Gidilen camiiden konum bildirmek sıralayabileceğimiz örneklerden belki de en masum olanı. İbadethanede bulunup maneviyatı yaşamanın yanı sıra ayrıca sosyal medya arkadaşlarını da durumdan haberdar etmek arzusu ortaya çıkar. Zira sosyal medya her attığımız adımı duyurmaya yönelik bir sistem ile işler.
Namaz kılarken çekilmiş fotoğraflar ise manevi arayış dışında farklı arayışları da imler niteliktedir.
Hacc'dan paylaşılan fotoğraflar hatta sosyal ağlar üzerinden yapılan canlı yayınlar ibadetin mi yoksa sosyal ağ ‘cemaati'ne duyurunun mu önemli olduğu sorusunu/sorununu akıllara getirir.
Her şeyi gören ve bilen Allah'a yapılan ibadeti, bireyler, her şeyi göremeyen ve bilemeyenleri de görür ve bilir hale getirmek için sosyal medyayı kullanır.
Sosyal medya ile yapılan ibadeti göstermek neredeyse sosyal medya ‘farz'larından biri haline dönüşmüştür.  
Sosyal medya ve ibadet ile ilgili olarak karşımıza çıkanlardan bir dini aracılandırmak olarak tanımlamaya çalışabileceğimiz olgu. Bu olgu ile sosyal medya üzerinden yapılan duaları belirtmeye çalışıyoruz. Çeşitli sosyal medyalar aracılığı ile paylaşılan dualara çokça şahitlik ediyoruz. Burada birey ya da inanan diyelim, Allah'a yapması gereken duayı sosyal ağ ile aracılandırıyor yani Allah'a bu yol ile ulaşmaya çalışıyor. Eğer bunu yapmıyor ise -ki böyle düşünmediğini düşünmek isteriz- o zaman ibadetini teşhir etmeye çalışıyor.
Belki gün içerisinde, iftar sofrasında etmediği duayı sosyal medya hesaplarından paylaşmayı tercih eden bir grubun olduğunu söyleyebilmek hiç de zor değil.  
Değerlendirme Az bir süredir hayatımızın içinde olan sosyal medya her geçen gün alışkanlıklarımızı, değerlerimizi daha fazla etkileyen ve hayatımızı şekillendiren bir hal almaya başladı. Toplumun hangi kesiminden olursa olsun sosyal medya kültürüne direnç odakları geliştirebilmek pek mümkün olamıyor, değer yargıları ile sosyal ağlar üzerinde yapılanlar birbiri ile çelişiyor. Kültürümüzün getirdiği bazı yaşam pratikleri sosyal medya devreye girdiğinde unutulup gidiyor. Unutulan sadece kültürel kodlar değil, aynı zamanda dini uygulamalar da. Sosyal medyada oluşan kültür ile toplumların kendi kültürlerinin karşı karşıya geldigi zamanlarda sosyal medya kültürü kazanan oluyor.
Bireyler sosyal medyada varlıklarını gösterebilmek için bağlı oldukları kuralları hiçe sayabiliyor. Yıllardır kabul edilmiş olan kurallar yavaş yavaş değil, oldukça hızlı bir şekilde yerlerinden sarsılıyor. İbadetler sosyal ağlar üzerinden canlı olarak yayınlanmaya başlıyor, diğer yandan mahremiyet kavramının sınırları en hassas olan inananlar için bile yeniden çiziliyor.  Çözüm önerisi sunmaktan daha ziyade tespitte bulunmak için kaleme aldığımız bu yazı sadece bir farkındalık oluşturmayı hedefledi; sorunları görmek ve çözümü birlikte oluşturabilmek için...

* Bu yazı Kagem Bülten'in 4. sayısında yayınlanmıştır.

6 Eylül 2018 Perşembe

İnziva


Emin değilim sizi görmek istediğime
Ördüğüm kozadan çıkmak istediğime de
Kapalı ama korunaklı
Yalnız ama huzurlu
Sabit lakin sakin
Küçük fakat rahat.
Zor kaçtım girdim içine,
Çokça emekle ördüm yaramaz çocuklar gibi çomak sokmalarınıza rağmen
Kaçtım, saklandım kimse bulamasın diye, kimse görmesin diye
Böyle iyiyim
Çünkü
Emin değilim sizi görmek istediğime