Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

23 Aralık 2014 Salı

Zaman... Zaman benim hocamdır


Zaman gerçekten ilaç mıdır?.. Bilinmez. Bir hekim, bir eczacı değildir zaman ama öğretmendir, öğretendir, hocadır.
Birilerinin öğretti dediklerimizde, kendimiz öğrendik dediklerimizde zamanın payı vardır illaki. Aguyu, emeklemeyi, yürümeyi öğreten belki bir içgüdüdür ama en önemlisi zamandır.
Önce susmayı sonra konuşmayı öğretir zaman ve zamanı gelince susmayı öğretir zaman. Susunca konuşamayacağınızı, konuşunca anlaşılamayacağınızı öğretir. Derin bir suskunluk içine girmeyi, izlemeyi öğretir günü gelince.
Susmayı, sadece bakmayı, sustuklarınızı içinize atmayı öğretir zaman. Kırmayı ama en çok kırılmayı öğretir. Gönül almayı, önce kanmayı sonra kanmamayı öğretir. Önce konuşunca anlatırsını sonra konuşunca anlatamazsını kazır beyne ama en önemlisi yüreğe.
Kırılan parçaları toplamayı, yeniden bir araya getirmeyi, deyim yerindeyse puzzle yapmayı ama bir bütün olamamayı, parça parça olmayı öğretir zaman, parçalarla yaşamayı
Sevinci öğretir ve ardından sinsice gelen hüznü. Hüznü ve göz yaşını sevmeyi öğretir, büyümenin, olgunlaşmanın ancak böyle olacağını.
Zaman…
Yüzdeki çizgilerdir…
Her doktor ziyaretinde ortaya çıkan hastalıklardır…
Öğüt vermektir…
Sukunettir…
Ama zaman zaman taşan öfkedir…
Gönüle batan parçalardır…

Parçalanmaktır ama bir yandan tamamlanmaktır…

Zaman…

Zaman, benim hocamdır…

5 Aralık 2014 Cuma

Büyümedim, yaşlandım

Haksızlıklarınızı kabullenmemek,
onlara alışmamak büyümemekse
evet büyümedim ama yaşlandım.
Öyle birden bire değil ağır ağır.
Önce ince çizgiler sonra tek tük beyazlar,
gözlerime yerleşen yaşlarla yaşlandım.
Acılı ve acıyan bir bakış yerleşti önce gözüme,
sonra yüreğime bir sızı.
Büyümedim yaşlandım.

Dünün mazlumu, bugünün zalimi

Tavırlarınız efendim ah nasıl da eşit herkese karşı.
Nasıl da eşit adımlarla yaklaşıyorsunuz iki kişiye de, biri size çok yakın ama olsun, eşit işte adımlarınız.
Cinsiyet ayrımcılığı mı hiç lafını etmiyorum efendim. "Eksik etek"e, "saçı uzun aklı kısa"ya mı yapacaksınız ayrım, ne münasebet. Hem cam tavan da ne imiş, zaten görünmüyor ki...
Adının önünde ya da altında yazana göre mi değerlendireceksiniz birini efendim, hiç olur mu öyle şey, ne hastalıklı bir düşünce benimki.
Ya "hamiline kart" ya da "yakinimdir" ibaresine mi bakacaksınız? Ne eskide kaldı değil mi bunlar, ne geri kafalıyım ben.
Ah ne de fesadım ben, nasıl da her şeyden bir şeyler arıyorum.
Yalnız bir şeyi anlamadım efendim. Dünün mazlumu nasıl yaratıyor bugünün zalimini?

İpekböceği Hüznü


Çocukluğumdan kalan anılardan biridir ipekböcekleri.  Anneannemin torunlarını peşine takıp köyün yollarına düştüğümüz zamanlar...  O hep bizim olan, istediğimiz gibi at koşturduğumuz ev bize ait değildir o dönemlerde. İpekböcekleri evin hakimidir ve yatacak bir oda kalır ev halkına.

İpekböcekleri ise özenle hazırlanmış yerlerinde dut yapraklarını kemirmekle meşguldürler. Bazıları zaman zaman yere düşer ve büyük bir hassasiyetle yapışkanlı ayakları dirense de alınıp yerlerine konurlardı. Bir süre böyle yaşayan ipekböcekleri zamanı geldiğinde ki o zaman ne zamandır bilmem, koza örüp kendilerini içine hapsederlerdi. Elbet kendi sonlarını hazırladıklarından onların haberi yoktu ya da insanların niyetinden. Bir kelebeğe dönüşme rüyası ile örülen kozalar tüccara satılırdı. Kozalar çuvallara yüklenir ve fabrikalara doğru yola çıkardı. Kelebeğe dönüşme rüyası burada biterdi. Kaynar suyun içine atılır ve ipek kozaları ipliğe dönüştürülürdü.

Ne hayallerle çıkılan yolların ne umutlarla örülen kozaların durumu hep bir umut ve hayal kırıklığı çağrıştırır bana. Umut etmek aslında hayal kırıklıklarını da beraberinde getirir. Örülen ve belki de dış dünyadan korunmayı amaçlayan koza bazen bir son getirir. Tesadüfen çuvala konmayı unutulan bir koza ise rüyasına kavuşur ve bir kelebeğe dönüşür. Kozasını yırtıp çıkar lakin ömrü ne de kısa olur.  Her ikisinin sonunda da ölüm vardır yazık ki.

Umut etmek öldürür belki de. İpekböceklerinin yaşadığı gibi bedensel bir ölüm de olabilir bu ya da içinizdeki değerlerin ölmesi de. Fakat ne olursa olsun başkasının yaptırımı ile olan olur. Birileri suyunuzu döker, birileri ekmeğinizi çalar, birileri ipeğinizi sahiplenmeye çalışır.

Koza yapma zamanıdır şimdi, kendini korumak ve yenilenmek için... Kelebek olmak ya da ipek olmak için…