Çocukluğumdan kalan anılardan biridir ipekböcekleri. Anneannemin torunlarını peşine takıp köyün yollarına
düştüğümüz zamanlar... O hep bizim olan,
istediğimiz gibi at koşturduğumuz ev bize ait değildir o dönemlerde. İpekböcekleri
evin hakimidir ve yatacak bir oda kalır ev halkına.
İpekböcekleri ise özenle hazırlanmış yerlerinde dut yapraklarını
kemirmekle meşguldürler. Bazıları zaman zaman yere düşer ve büyük bir hassasiyetle
yapışkanlı ayakları dirense de alınıp yerlerine konurlardı. Bir süre böyle yaşayan
ipekböcekleri zamanı geldiğinde ki o zaman ne zamandır bilmem, koza örüp
kendilerini içine hapsederlerdi. Elbet kendi sonlarını hazırladıklarından onların
haberi yoktu ya da insanların niyetinden. Bir kelebeğe dönüşme rüyası ile örülen
kozalar tüccara satılırdı. Kozalar çuvallara yüklenir ve fabrikalara doğru yola
çıkardı. Kelebeğe dönüşme rüyası burada biterdi. Kaynar suyun içine atılır ve
ipek kozaları ipliğe dönüştürülürdü.
Ne hayallerle çıkılan yolların ne umutlarla örülen kozaların
durumu hep bir umut ve hayal kırıklığı çağrıştırır bana. Umut etmek aslında
hayal kırıklıklarını da beraberinde getirir. Örülen ve belki de dış dünyadan korunmayı
amaçlayan koza bazen bir son getirir. Tesadüfen çuvala konmayı unutulan bir
koza ise rüyasına kavuşur ve bir kelebeğe dönüşür. Kozasını yırtıp çıkar lakin ömrü
ne de kısa olur. Her ikisinin sonunda da
ölüm vardır yazık ki.
Umut etmek öldürür belki de. İpekböceklerinin yaşadığı gibi
bedensel bir ölüm de olabilir bu ya da içinizdeki değerlerin ölmesi de. Fakat
ne olursa olsun başkasının yaptırımı ile olan olur. Birileri suyunuzu döker,
birileri ekmeğinizi çalar, birileri ipeğinizi sahiplenmeye çalışır.
Koza yapma zamanıdır şimdi, kendini korumak ve yenilenmek için...
Kelebek olmak ya da ipek olmak için…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder