Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

20 Haziran 2015 Cumartesi

Yaş'a doğru


Yıllar geçiyor, ne kadar geçtiğinin aslında ne önemi var. Bazısı iki katında görmez, anlamaz; bazısı yarısında neler görüp neler geçirir.

Neredeydi bilmem ama okudum bir yerde,” modern insan kaç dolunay gördüğünü ölçmeye çalışır oysa sona ne kadar yaklaştığını ölçmektir bu” diye. Lakin dolunay ile de ilgisi yok nefes almanın. Kimi hiç görmez dolunayı; kimi yeter dercesine görür. Ama şu var ki insan takvimi olmasa da bazı yaş dönümlerini hisseder içinde. Bir yıl eksik, bir yıl fazla ama hisseder. Belki yaşadıkları belki bedeni… Artık her ne ise.

En başta kendine en uzak görünenin en yakın olduğunu öğrenir. Beni bulmaz dediklerinin bulacağını, görmem diyeceklerini gördüğünü. Önce inkar eder, sonra kabullenir ve öyle yaşamayı öğrenir. Gece tedirgin uyumayı, sabah tedirgin uyanmayı öğrenir.

Hiç bilmediği bir dünyayı görür, “ne körmüşüm” der, “ne steril hayatmış” der. “Böylesi de olmaz” dediklerinin kanlı canlı, beden içinde karşısında durduğunu görür. İçi kalkar, midesi bulanır ama katlanır. Katlanmayı öğrenir.

Kendini bir kelimenin içine hapsetmenin anlamsızlığını bilir ama etraftaki saldırılar için belki hiç istemese de kendini tek bir kelimenin içine hapsetmeyi, sırf inattan “ben buyum” demeyi öğrenir. Kendini hapsetmemek için direnir ama kendi eliyle kendini hapsetmeyi öğrenir.

Çok sevdiği tanımlamaların başka manalarda kullanıldığını görür, çok sevse de bu kavramlardan nefret etmeyi öğrenir.

Çok zaman evvelden inkar ettiklerine ihtiyaç duyduğunu anlar, dönmeyi öğrenir. Öyle birden değil, ağır ağır… Aynı noktaya değil, değişerek varmayı öğrenir.

Unutmayı öğrenir mesela, yok saymayı da yok sayılmayı da…

Katlanılmaz olana katlanmayı, hoşgörülür olanı hoşgörememeyi ne yazık ki öğrenir.

“Hak, hukuk” diyenlerin samimiyetsizliğini, bir insan neyden en çok söz ediyorsa onun onda eksik olduğunu öğrenir.

Hakkının teslim edilmemesinin ne olduğunu ve yapılan haksızlığın nasıl can acıttığını öğrenir, hiç görmediği kadar.

Kullanmayı değil belki ama kullanılmayı öğrenir ama en azından bunu anlamayı öğrenir.

Çok basit şeyler de öğrenir elbet… Zaten şu zamana gelene kadar öğrenmemesi tuhaftır.

İyi şeyler de öğrenir elbet…

“Bu yaştan sonra kaç kişi katarım ki hayatıma?” hayıflanmalarının anlamsızlığını öğrenir. Zira ne güzel insanlar katar hayatına.

Yıllar sonra yeniden yazmayı öğrenir ya da hatırlar, konuşamadıklarına inat.

Konuşmadan anlatabilmenin tek yolunun yazmak olduğunu öğrenir yeniden, susmaya inat…

Haykırmayı öğrenir içten, içinden…