Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

5 Aralık 2018 Çarşamba

Akademide sözlü gelenek


Yaşanan tüm dijitalleşme sürecine rağmen bazı noktalar hala direngen. Hatta öyle ki o noktalar önceki gelişmeler olan yazıya da matbaaya da direniyorlar.
Bazı kurumların kendilerine has gelenekleri var, akademi de bunlardan biri. Her ne kadar hocalarımızdan duyduğumuz bazı gelenekler sürmese de devam edenler de var. Bu geleneklerin en başında gelenlerinden biri de sözlü gelenek. İletişim tarihi ayrımlandırılırken dört dönemden söz edilir. Sözlü, yazılı, basılı ve elektronik dönemler. Bunlara ayrıca sonrasında dijital kültürü de eklemek elbette kaçınılmaz.
Her gelen dönem bir öncekinin etkisini azaltmıştır. Ancak akademi belirttiğimiz tüm dönemleri içinde barındırmakla birlikte sözlü geleneğe ayrıca önem verir. Sınav kağıtlarını yazılı, yayınlanan çalışmaları ise basılı gelenek altında değerlendirmek mümkündür. ancak akademinin olmazsa olmazı (en azından şimdilik) ders anlatmak, sözü kurmaktır. Tüm gelişmiş imkanlara rağmen bir mekanda toplanarak (ki burada mekan sınıftır ama illa gerekli de değildir) konuşup tartışmak değerlidir. Sesli okuma yapmak elbette sözü kurma içinde değerlendirilemez. Çünkü sözü söyleyebilmek kendinden bir şey katabilmeyi gerektirir.
Sadece ders anlatmak değildir akademinin sözlü geleneğini yansıtan. Tez savunmaları da bunun temel göstergesidir. Tezin kabulü yazılı unsur üzerinden gerçekleşse de sözlü savunma yapılması şarttır. Lisansüstü mülakatlarda ve doktora yeterlilik sınavlarında da benzer bir süreç işler.
Felsefe tarihine bakıldığında da sözün içten yani ruhtan geldiğini düşünenlerin sayısı az değildir. Söz içten geldiği için de hakiki olanı yansıtır. Yine Sokrates yazıyı dışlarken sözü öne çıkarır.
Akademik kurallar düşünüldüğünde yazmak önemli olsa da yeterli değildir, söz ile dışarı aktarılması gerekir. Yazmak ve okumak yeterli değildir akademi için. Sözü kurabilmek ve kurulanı aktarabilmek için söz ile söylenmesine ihtiyaç duyulur.
Söz ruhun bir parçası ise eğer (ki inanılan öyledir) ruhu üfleyebilmek için söze gerek vardır.