3. havaalanı inşaatı
bugünlerin malum konusu. İsim konusunda yaşanan tartışma kadar değerli
görülmese de inşaat emekçileri haklarının peşinde. Çalışma şartlarından memnun
olmayan işçiler kimilerine göre “manidar” bir zamanda haklarını savunmaya
geçtiler. Dile getirilen şartlara baktığınızda da insanca çalışmak dışında bir
istekleri yok. İstekleri tekrardan yazmayacağım, arzu edenler şuradan
bakabilirler: https://t24.com.tr/haber/yuzlercesi-gozaltina-alinan-havalimani-iscileri-ne-talep-ediyor,700828
Bu yazının derdi bir
hak mücadelesinin nasıl haksızlaştırılmaya çalışıldığı. Bu tür konularda üç
maymunu oynayan bir kitle medyası varken hak haberlerine erişimin kaynağı
alternatif haber mecralarından ve sosyal medyadan geçiyor. Artık her toplumsal
olay, her toplumsal hareket reel alanda yaşandığı gibi sanal kamusal alanda da
yaşanıyor. 3. Havaalanı inşaatında yaşananlar, konuya ilişkin bir kamuoyu
oluşturmak için #KöleDeğiliz etiketiyle paylaşılmaya başlandı. Buraya kadar
süreç olağan. Olağan olan ama tuhaf olan ise bu hak mücadelesini
haksızlaştırmak ya da küçük görmek için yazılanlar ya da “bulmuşlar da
buluyorlar” imaları.
Bir koro şeklinde
söylenen şeylerden biri havaalanının zamanında açılmaması için eylem yapıldığı.
Bazı medya mensuplarının da çanak tuttuğu bir görüş bu. “Neden önce değil de
şimdi yapılmış” manasında yazılar. Bıçak kemiğe dayandı diye bir söz vardır,
bilir misiniz? Belki bu yüzdendir. Sabrın sonu selamettir anlayışı çökmüştür
belki de artık. Belki öncesinde sözler verilmiş ama o sözler tutulmamıştır. Bir
mücadelenin başlangıcı için “neden şimdi?” sorusu onu meşru olmayan bir duruma
düşürmenin temel ilkelerindendir.
“Benim
yoksa onun da olmasın”
Bir diğer
haksızlaştırma biçimi ve belki de ilkinden daha korkuncu direnenler gibi işçi
olanların yaklaşımı. #KöleDeğiliz etiketi altında yazılan bir tweet inşaatlarda
çok kötü koşullarda çalıştığını söyleyen bir işçiye aitti ve diyordu ki “3.
Havaalanı İnşaat’ı en iyi yerlerden biri.” Kötüden örnek olmaz derler. Yani
diğer yerler kötü olduğu için kötüsüne razı mı olmalılar? Ya da eğer diğer
yerler daha kötüyse birlikte mücadeleye değmez mi? İnsanın kendisine ve kendi
gibi olanlara böylesine yabancı, böylesine başkasının gözlükleriyle bakmasına
ne denebilir? Asgari şartların sağlanması gerekliliğine destek yerine “daha
kötüleri var” kalıbı… Birlikte daha iyi şartlarda çalışalım yerine benim yoksa
onun da olmasın yaklaşımı. Lakin bunu yazan işçiye yıllardır bu söylenmemiş
midir? “Falanca yerde nasıl çalışıyorlar, bir de buradan şikayet ediyorsunuz”
diye. Muktedir olanın sözünü duyaduya aslında mazlum olan bir muktedir olmuştur
o da.
Bir diğer husus ise
dışlama, ötekileştirme. Her olaya uygulanan ve uygulanabilecek bir yöntem
ötekileştirme. İşçilerin direnişinde de ortaya çıkıveriyor. Ne istediklerine
dahi bakılmadan terörist olmakla suçlanıyorlar söylemlerde. Erkin (siyasal ya
da ekonomik) karşısına dikilmiş olan herşey ve herkes talebi ne olursa olsun
tek bir yaftayla bertaraf edilebiliyor ne de olsa.
Son bir grup daha var.
Onlar ise kendilerine dokunmadığı sürece bu konuları hiç düşünmeyenler,
kendilerine has başka gündemler yaratanlar, “iki slogan atılıyor” diye olayı
küçümseyenler.
Gazetecilik
ezilenden yana olmalıdır
Bu olay gündeme gelince
medya ile ilişkisini düşünmek kaçınılmaz. Zira iletişim fakültelerinde
öğrendiğimiz ve hala öğretmekte olduğumuz gazetecinin toplumdan yana taraf
olmasıdır. Üç gazetecinin vaktiyle söyledikleri geldi aklıma.
Umur Talu ile yaptığımız
söyleşi sırasında şöyle demişti: “Gazetecilik yaptığım saatlerde ezilen mağdur
edilen, hırpalana insanları düşünüyorum. Bu insanları düşünmeden gazetecilik
nasıl yapılır bu beni rahatsız ediyor.”
Bir diğeri Ragıp
Duran’dı: “Benim derdim gazetecinin mutlaka ve mutlaka bir kere gazetecilikten
taraf olmasıdır. Siyasi ve ideolojik olarak da güçsüzden, zayıftan, eşitlikten,
insan haklarından, adaletten, evrensel
değerlerden yana olması, taraf olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü isteseniz
de istemeseniz de mecburen taraf olacaksınız. Dolayısıyla iyi bir taraftan olun
ki bir anlamı olsun.”
Ve son olarak Ahmet
Şık’ın mahkeme savunmasında söylediği şu sözleri: “Doğru ve yanlış gerçek ve yalan, haklı ve haksız, zalim ve
mazlum arasındaki karşıtlıkta ve elbette ki adaletsizlikte gazetecinin tarafı
bellidir.”
Belki de önce medya tarafını bilmelidir. Medya tarafını
bilmelidir ki toplumun yanında durabilsin, durabilsin ki toplum başkalarının
gözlüğü ile gördüğü dünyayı kendi gözleriyle görebilsin. Lakin medya, inşaat ve
enerji üçlü sektörü patronajlı medya kuruluşlarında çalışan emekçilerin bunları
yazabilmesi mümkün mü sorusu belki başka bir tartışmanın konusu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder