Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

22 Kasım 2014 Cumartesi

Kentsel Dönüşüm/Sürgün


 
İncinen yeriniz kimliğiniz, sürüldüğünüz yer vatanınızdır. Öyle resmi sınırların ötesine dışlanmak da gerekmez sürülmek için. Dünya bildiğiniz yerin ötesine gönderilmek sürülmektir zaten…

“Biz” deriz, halbuki biz derken bir de karşıt yaratırız kendimize… İşte hiç “biz”i terketmeyen “öteki”dir o. Öteki diye tanımladığımız ister dağların ardında olsun, ister yanı başımızda, ister yanımızda, yöremizde… Öteki’dir o her zaman, biz olmayandır ama “biz” olmak için bizi terketmeyendir aslında. Hem uzağımızda olsun isteriz hem de çok uzaklaşmasın, kaybolmasın deriz. O olmaz ise biz nasıl oluruz ki sonra…

Karşıtlıklardır insana dünyayı tanımlayan, dünyayı anlamlandırmasını sağlayan. Siyah olmadan beyaz olmaz, iyi olmadan kötü. Bir şeyin değeri sadece kendisi olmayanla anlam kazanır yani tezatıyla. İnsanoğlu muhtaçtır tezata, yaşamına anlam katabilmek adına. Bitmek tükenmek bilmez bir ayrıştırma savaşıdır hayat kaygımız.

Dünya hep ayırmaya çalıştı kendini: Doğu-Batı, Kuzey-Güney, zengin-fakir, iyi-kötü, kapitalist-sosyalist, demokratik-antidemokratik. Bu ikiliklerin biri pozitif, diğeri negatif. İster pozitif tarafta durun, ister negatif, bize sunduğu karşıtlıktır işte, biri diğerinin ötekisidir. “Ben”i yaratan, aynı zamanda “öteki”ni de yaratandır.

İyilikler, güzellikler bizim olsun isteriz, ötekilere ise ne olursa olsun deriz. Bir önemi yoktur çünkü onun, kötülüğü, fakirliği, çirkinliği hak edendir. Eğer ki ötekinin sahip olduğu güzel ise, iyi ise o bizim olsun isteriz zira onun bu tür şeylere ihtiyacı yoktur, horlanası, dışlanasıdır o.

İyi olan bizim olsun, ötekinde ise de bizim olsun, biz sahip olalım deriz. Yeni dünya sisteminin dayattığı ve insanoğlunun ezelden beri içinde barındırdığı mülkiyet hırsı her zamankinden daha fazla çıkar da gelir derinlerden. O durdurulamayan ya da durdurulmak istenmeyen hırs. Ötekinin yaşadığı yere sahip olmak ama onun gibi yaşamamak hırsı.

Vakti zamanında şehir merkezini terkedip gitmek isteyenler için artık dönüş vaktidir. Merkez dışı cazibesini yitirmiş, şehir merkezi yeniden cazip hale gelmiştir. Fakat ne o lüks vardır şehir merkezinde ne de kale duvarları ile örülmüş siteler. Şehir merkezi mahalledir biraz, herkesin birbirinden farklı ama aynı olduğu, herkesin birbirinden farklı olduğu ama ötekisi olmadığı yerlerdir. Biraz sıcak sohbet, iki bardak çay, belki bir kase yoğurt ama en azından soğuk bir merhabadan çok içten bir gülümseme ile nasılsın’dır.

Oysa o gözünü yeniden şehir merkezine dikmiş ve kale gibi yerlerde oturmaktan dolayı insandan soyutlanmışlar için ne kadar “bayağı” şeylerdir bunlar. Site bekçisi ya da güvenliği dururken komşuya güvenmek de nedir? Velhasıl efendim o şehir merkezi yeniden onların olacaktır, ne olursa olsun. “Öteki”ler gidecek yerine onlar gelecektir.

Kentsel dönüşüm/sürgün denilen bir şey başlayıverir. Rivayet odur ki sağlıksız evlerde oturan mahalle sakinlerinin evleri iyileştirilecektir. O büyük büyük inşaat şirketlerinin mahalle sakinlerinin yaşam koşullarından başka düşündükleri ne olabilir ki, onları daha iyisine ulaştırmak istemekten başka ne dilerler ki… Anlaşmalar yapılır, sözleşmeler imzalanır, evler toparlanır, kiralara çıkılır ve üstüne de borçlanılır. Öyle bir borçtur ki ödemek kimin haddine. Dönülecek umuduyla çıkılan mahalle artık başkalarına geçmiştir bile. Dönmek ne mümkün, o borcu ödemek ne mümkün.

Hiç bilmedikleri bir yerde yaşam başlar onlar için, geriye dönüşü yoktur. Bir ümit geri dönülür diye yola düşülen sürgünden hiç de farkı yoktur. Uzaktan bakılabilecek, bakılsa da tanınamayacak biryerden artık oralar “öteki”ler için, “ötekileştirilenler” için…

Yılların geçtiği evler darmadağın edilir, taş üstünde taş kalmaz, yerle yeksan olur her yer. Büyük büyük şirketler parseller etrafı, koca koca tabelalarını her yere dikerler: “Kentsel Dönüşüm Alanı.” İster Rantsal Dönüşüm deyin, ister Kentsel Sürgün.

Temeller kazılır, betonlar dökülür, harçlar karılır, harçların içine sürülenlerin bir tutam anısı atılır, iskeleden biri düşer, kanı betona karışır. Başka bir inşaatta 19’unda bir fidan kırılır, ruhu temelle kaynaşır. Kat kat yükselir lüks, kat kat iner yoksulluk. Yoksulların sürüldüğü yerde yoksullar varsıllara yeni hayatlar kurmaya çalışır, evine bir parça umut götürmek peşinde geceleri günlerine karışır.

Koca koca binalar yükselir, o mini mini, çarpık ama sevimli evlerin olduğu yerde. Sokaklarında kedilerin, köpeklerin gezdiği, çocukların bağrıştığı yerler steril birer alana dönüşür. Duvarlar yükselir evlerin çevresinde, kendilerini korumak için mi yoksa çevreyi  kendilerinden korumak için mi?

Binlerce liraya satılır, beş kuruşa “öteki”lerin sattığı yerler, üç kuruşa işçilerin çalışıp yükselttiği evler. Güvenliğe güvenilen, komşuya güvenilmeyen yerlerdir buralar. Reklamlarında lüksün dışında bir yaşam tarzının satıldığı, “öteki”nden farklı olmanın yaratıldığı yuvalar değil, binalardır.

Ne betonlara karışan kandır orada yaşayanlara dokunan ne de oradan sürülenlerdir yüreklerini burkan. Kış bahçemiz var ne güzel, havuz hemen yanı başımızda ne de şahane… Bir savaş misalidir, “öteki” yenilmiş ve sürülmüştür, toprakları kalmıştır, toprakları zaptedilmiştir. En ihtişamlı kaleler dikilmiştir, en “güven”liklisinden, en hoyratından…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder