Bu aralar içimde susmayan
bir geveze ile muhatabım. Her an her konuda konuşuyor ve birden bire bir sürü
soru getiriyor aklıma. Elbette o sorularla bırakıyor beni, düşünmem için. Düşünmek
ve cevaplamak için çok zamanım oldu aslında ve bir süredir bu cevapları,
bulduklarımı paylaşacak birini arıyordum. Bazı yazdıklarımın yerini
bulamadığını düşününce yanlış adreslere yolladığımı anladım, birkaç denemeden
sonra. Bir şeyi muhatabı anlıyorsa iletişim gerçekleşmiştir, demek ki ya hedef
kitle seçimimde ya da mesaj kodlamamda sorun vardı ya da hedef kitlem doğrudan
sorunluydu. Biraz hayal kırıklığından sonra esas yazmam gerekenin sen olduğunu
fark ettim. İnsan bazen gözünün önündekini görmüyor başka yerlere bakmaktan,
muhatabının orada beklediğini fark etmesi biraz zaman alıyor.
Ben gibi biraz eski
kafalı olduğunu bilirim. Şu sıralar çoğu kişinin anlayamayacağı hatta alaya
alacağı mektuplaşmanın değerini anlarsın. Yitip gitmesi ne kadar acı veriyor
bilsen. Düzenli mektuplaştığım biri olmasa da yazardım bir zamanlar eşe, dosta;
teknoloji de vardı üstelik o zaman yeni yeni cep telefonu kullanmaya
başladığımız zamanlardı ama yine de yazardım. Çünkü mektuplaşmak pragmatist
olarak düşününce bir haberleşme biçimi, doğru ama diğer yandan bir edebi tür. Ne
çok kitap vardır mektuplardan oluşan ya da düşünürlerin birbirlerine
yazdıkları, fikirlerini birlikte geliştirdikleri mektuplar. Yani mektubun
neredeyse ortadan kalkıyor olması bir edebi türün de cenazesine çağırıyor belki
bizi. Milana’ya Mektuplar olmayacak mı bundan sonra ya da A’dan X’e Mektuplar.
Ne acı…
“Mail”leşmeler diye bir
şey ortaya çıkar mı dersin? Biraz alayla sorduğum bu sorunun yanıtı bence
elbette hayır. Çünkü hep kısaya dönük mailleşmeler, bir iki satırla baştan
savmaya çalışıyor insanlar. Ben onları da uzun yazarım genellikle hele de –nadir olsa da- fikri bir tartışma
varsa. Bir iki kişi ile böyle mailler yazıyoruz birbirimize bir fikri
tartışıyoruz ve bu hız çağına inat bazen bir mektup süresinden daha fazla zaman
bana yazmalarını bekliyorum. Çok sevdiğimi ve sevindiğimi söylemeliyim böyle
tartışmalara, elbette yüzyüze her zaman daha güzeldir ama bazen imkan
olmayabiliyor biliyorsun. Mektuplar gibi özenle bir kutuda saklayamıyor olsak
da maillerimizi en azından “gelen kutusu”nda güvenle durduğuna inanıyoruz.
Lakin mektubun sıcaklığı
yok tabii mailde, karşılaştırılamaz bile. Bir elden çıkıp diğerine giden bir
parça mektup. Elinin kiri, mürekkebin akışı, yazının karmaşası, belki gözünün
yaşı değmiş olan ve bir mekandan diğerine emekle yollanan, yol boyunca
hassasiyetle taşınan ve sonunda varacağı yere gelen bir konuk. Yani yazıp yazıp
bir tuşa basmak değil ya da anlık mesajlaşma uygulamalarında olduğu gibi sessiz
harflerden ya da emojilerden oluşan bir metin değil. Bunlar da gerekli değil
mi? Gerekli elbet ama yine de aramızdan çekilmeye başlayan mektup bambaşka.
Bir kere sabırdır mektup
ve karşındakine değer vermektir. Her bir aşaması yazdığın kişi ile birlikte
olmak aslında. Öyle bir yandan işlerini yaparken bir yandan da cevap yazayım
diyemezsin günümüzde olduğu gibi ya da biri ile konuşurken diğer yandan mektup
yazmaya çalışmazsın. Mektup, yalnızlaşmak, yazdığın ile başbaşa kalmaktır,
benim şimdi seninle başbaşa olduğum gibi. Seni düşünerek, ne düşünecek diye
düşünerek yazdığım satırlar.
Yazma eylemine geçmek bir
zaman alır. Nerede yazsam mesela? Çalışma odasında mı, mutfak masasında mı,
biraz hava alarak balkonda mı? Hangi kalemi kullansam ama vardır mektup
yazanların mektup kalemi ve illa onu kullanırlar. Kağıt işin kolay kısmı. Her şeyi
hazırladıktan sonra içinde bir sohbet başlar insanın. Yazmaya yazgılı olmak
biraz da çevreden belki. Konuştuğun anlaşılmayınca ya da herkes konuşup sen
konuşamayınca yazarak anlatmak en doğru seçenek oluyor. “Yazdım, çünkü susarak
anlatmanın tek yolu buydu” diyor bir kitapta ve bir yazar, mektubuna değil ama
günlüğüne “Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük
tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız”
diye başlıyor. Yazmak, bazen tercih, bazen mecburiyet oluyor.
Mektuba başlarken belki
ilk satırları yazmak zor, her yazıda olduğu gibi ama sonra cümleler akıp
gidiyor. Yazma, ne kadar sürüyorsa o kadar yalnız ve o kadar yazdığın
kişiylesin. Yazının azizliğine uğramamak için doğru kelimeler seçmeye çalışma
derdi. Hep yazmak isteği ama noktalaman gerektiğini de bilme sıkıntısı. Başlangıç
kadar bitiş cümlesi de zor belki. Şimdiden düşünüyorum ben de nasıl
bitireceğimi, son cümleye çok anlam yüklüyoruz belki de.
Mektup, yazan için
bittiğinde mektup için yeni bir hayat başlıyor aslında. Yolda üşümesin, kötü
gözler ona bakıp rahatsız etmesin diye mantosunu giydirip sıkaca kapatıyoruz
onu. Zarfın kapağını yapıştırdıktan sonra hem biraz potluğu gitsin diye hem de
belki son dokunuş olsun diye hafifçe bir sıvazlıyoruz. Yollarda kaybolmasın, tam
da gideceği yere gitsin, yani sana varsın diye hassasiyetle adresini yazacağım
ve onu sana taşıyacaklara teslim edeceğim. İşte yolculuk başladı…
Muhtemelen yalnız kalacak
mektubum, bizim gibi mektuplaşmayı sevenler kaç kişi kalmıştır ki mektuplarla
birlikte yolculuk yapabilsin. Faturalar, iadeli taahütlüler, reklamlar, banka
hesap özetleri vs… Tüm bunların içinde tarih öncesinden kalmış gibi
hissedecektir belki kendini. Verdiğim postanede başka şeylerle toplanacak,
oradan oraya gidecek, yerlerine göre ayrılacak sonra ve artık başka neler
yapılıyorsa. Ve en son posta kutunda ya da kapına sıkıştırılmış olarak
bulacaksın uzun yoldan gelen yolcuyu ve biliyorum ki hassasiyetle konuk edeceksin
onu evine. Artık sen de benimle başbaşasın, aynı benim şimdi seninle olduğum
gibi. Okuyacak, belki bir daha okuyacak ve yaptığım tüm seçmeleri sen kendi
adına yapacaksın cevap vermeden önce. Nerede yazsam, hangi kalemi kullansam?
Aradığım muhattaba
ulaşmanın sakinliğini ve mutluluğunu yaşayacağım ben de. Özür dilemeliyim belki
senden, sana anlatma gerekliliğini fark edemediğim için, aslında en iyi sana anlatabileceğimi görmediğim için. Hatta belki de kendimden de özür
dilemeliyim, yanlış yerlerde anlaşılmaya çalıştığım için.
Cümlelerimi ve
düşüncelerimi teslim edebilecek bir yer bulmanın huzuru ne hoş, sakin bir yere
sığınmak gibi sanki. Ve şimdi sıra sende ama acele etme ve biliyorum ki
etmezsin de. Ben sabırla cevabını bekleyeceğim, tüm hıza ve akıp giden zamana, “zaman
çok önemli” yaygaralarına inat…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder