Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

11 Ekim 2017 Çarşamba

İkinci Mektup

Cevabın beni ne kadar sevindirdi bilemezsin ama en önemlisi senin de benim kadar coşkulu olmandı. Sen de yazmaya, anlatmaya ne kadar hasret kalmışsın. Bir kez daha sana bu kadar geç yazmanın, seni bu kadar geç fark etmenin hüznünü yaşadım. İhtiyacı olan iki yürek böyle buluveriyor işte sonunda birbirini demek ki…

Satırlarını heyecanla okudum, sorularına ve sorgulamalarına tanıklık etmek ne güzel. “Kafam dağınık, oradan oraya atlıyorum” demişsin, olsun ne sakıncası var. İnsanlar bir iki konu üzerine bile düşünmezlerken, bir çok farklı konunun zihnini meşgul etmesi güzel olmalı. Biliyorum, insan sıraya koymakta zorlanıyor düşüncelerini, hepsi birdenbire hücum ediyor, devlet hastanelerinde doktorun kapısı açılınca birden kapının önünde toplanıp içeri kafalarını uzatan hastalar gibi, hepsi ayrı bir şey soruyor. Ardı kesilmeden zihne üşüşen düşünceler de böyle işte. Birine bakarken, diğeri kaçıveriyor. Ben bazen not alıyorum. Düşünce uçup gitmeden onu bir kağıdın üzerine harflerle hapsetmeye çalışıyorum. Yoksa uçuyor, uçmasın istiyorum, Homeros “kanatlı kelimeler” der, hatırlar mısın? Ne güzel bir tanım değil mi? Ama biz yazı ile o kanatları kırıyoruz belki, kelimeler uçuşuyor, “söz uçar, yazı kalır”, uçmasınlar diye, yazıya geçiriyoruz, bir anlamda özgürlüğünü kısıtlıyoruz. Zaten yazı biraz böyle bir şey değil midir? Zapturapt altına almak işi yani. Lakin güzeldir, kelimelerin içine bırakmak kendini, onların içinde ayrı bir dünyaya yolculuk yapmak. Düşünceler, duygular ve onları tanımlayacağın anlamlar aramak…

Yazmak isteyip de yazamamak ne zordur mesela, ne kadar acıtır insanı, ne kadar kanatır. Belki çok estetik bir tanım olmayacak ama ifrazattır yazmak. Vücudunda bunu yapamadığında nasıl sıkıntı verirse insana, yazamamak da ruhunu acıtır. Söylemen gereken bir sözün olduğuna inanıyorsan zihninde dolanır da durur onlar. Bana “ne kadar da çabuk yazıyorsun” derler, ah onlar, onlar hiçbir şey bilmezler. Birden bir yazı çıktı mı ortaya, sanırlar ki çabuk yazılır. Oysa metin denilen şey nasıl ilmek ilmek örülür. Türkçe’de metin kelimesi Batı dillerindeki anlamı karşılamıyor olması bazen çok dokunur bana. Text denilen kavram yani bizim metin dediğimiz örmekle ilgilidir. Kelimeleri alır, bir bir işlersin ve bir metin çıkarırsın ortaya. Bir ilmek kaçırdın mı önemsiz diye düşünürsün ama bütün tamamlanınca o bir ilmek nasıl da sırıtır.

Hiç örgü ördün mü? Ben örerim hala arada sırada. Yıllar var ki örmüyordum ama bu günlerde iki ters iki düz yapmaya başladım yine. Şişlerdeki ilmekleri bir oraya bir buraya aktardıkça içimde de bir metin örerim. “Kafayı boşaltır” dedikleri için yaparım, lakin çok boşaldığına şahit olamadım. İşte bitirdin mi ördüğünü bir bakarsın bir ilmek kaçmış, o kadar uğraştığın şeyin içinde öyle batar ki göze, sonra büyür de büyür o, kocaman bir delik olmaya başlar. Ya sen ya başka biri parmağını sokar bulduğu o boşluğa, büyütür de büyütür. Artık o ördüğün şey ördüğün olmaktan çıkar, koca bir delik halini almaya başlar. Bıraktığın bir boşluk, kaçırdığın bir ilmek, kara bir deliğe dönmeye başlar metinde. İnsanlar boşlukları bulmayı sever, buldular mıydı bir boşluk kaçırmazlar, hemen oraya toplanırlar. O boşluk üzerine konuşurlar, gözünün nurunu akıttığın diğer yerleri görmezler. Tek bir ilmek kaçırmadan örmek önemlidir, o yüzden. Çünkü bir ilmek tüm örgüye mal olur, tüm metne mal olur bazen. Örgüde ipi, metinde kelimeleri atar durursun birbirinin üzerine, birbirlerinin arasından bazen hüzünle bazen sevinçle geçiverirler, birbirlerine sarılırlar, birbirleriyle bütün olurlar.

Fakat sandıkları gibi kolay değildir benim yazmam. Evet, bazen oturunca bilgisayarın başına kısa bir zamanda yazar kalkarım. Ama o, oturana kadar geçen zamanı sen bir de bana sor. Tam bir doğum gibidir aslında. Önce fikir düşer içine, gitgide büyümeye başlar, büyümeye başladıkça sancıtır seni, kendine yer açmaya başlar bir bebek gibi, yer açtıkça diğer şeyleri iter, sıkıştırır, o rahat etsin diye çekersin acıyı, bir kadın nasıl şikayet etmiyorsa taşıdığı bebekten (edebilir de isterse elbet) etmezsin şikayet taşıdığın fikirden. Bazen unutur gibi olursun, içeriden vuruverir sana tekmeyi kendini hatırlatır, gece uykunu kaçırır. Bir şey düştümüydü zihnime büyütürüm onu içimde, oradan alır oraya koyarım, bazen boşlarım, sonra yine gelir o, büyür de büyür içimde ve doğma zamanı geldi miydi çıkıverir ortaya işte. O zaman gider yazarım. Lakin yazmak bir sonuçtur, yazma aşamasına gelmek ise süreç. O süreç gizdir, bir başkası bilmez çoğu kez ne zaman yaşandığını, hayatın akışı devam ederken ben o sancıyı çekerim. Doğum bir saatte oluyor diye, bebek de bir saatte doğacak hale geliyor sananlara selam olsun.

Hatırlar mısın bir dönem bırakmıştım yazmayı? Yazamaz olmuştum birşeyler. Yazacak bir şey görmez olmuştum, dokunmuyordu belki bana bir şeyler, önem arz etmiyordu belki gözümde. Neydi? Bilemiyorum. Lakin yazabilmemin geri dönüşü öfke ile olmuştu. “Dünün mazlumu nasıl yaratıyor bugünün zalimini” (https://nihalkocabay.blogspot.com.tr/2014/12/dunun-mazlumu-bugunun-zalimi.html) diye soran kısa bir yazı ile aylarca birikmiş olan öfkemi sonunda ifraz etmiştim.

Bu aralar da çok sık yazıyorum. Zihnimde uçuşan düşünceleri hemen alıp yazıya sabitlemek istiyorum. Fakat öyle dağınık ki zihnim birini yakalarken diğeri kaçıveriyor, birbirinden ilgisiz düşünceler sürekli yaralı beynimde dans ediyor. Bazısı yazıya dönüşüyor, bazısı sonraya kalıyor ve belki bazıları hiç yazılmayacak. Sağlıklı bir doğum ile nihayetlenmeyen gebelik gibi, gideceği yere varmayan yollar gibi…  Ama yazılmasalar da ben hepsinin sancısını çekiyorum, kalemsiz kağıtsız, bilgisayarsız, tek tek içime işleyerek, içimde büyüterek, ilmek ilmek, kendime yazıyorum. Bakınca görülmeyen dövmelerle kaplı vücudum belki, sarmal sarmal harfler iniyor kollarımdan, belki saçlarımda kelimeler savruluyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder