Fotoğraf,
en güçlü anlama sahip olan görüntüsel göstergelerden biri. Bir anı donduran,
geleceğe bırakan, bazen haber veren, haber verirken bazen iç burkan, bugünden
yarına kalan bir gösterge. Belki de insanın bir anlamda kendini var etme
çabalarından biri, yarına kalmak, iz bırakma telaşının bir örneği fotoğraf.
Fotoğraf,
tek başına geniş bir söylem ve anlam alanına sahip. Doğa, mimari, anı, haber,
portre fotoğraflarının her birinin geniş bir alanı var tartışmaya açılabilen.
Akıp giden zamanı donduran, yarına bırakan, objektifin ardında olana anı
dondurma gücü veren, objektifin önündekine yıllar sonraya kalma mutluluğu
sağlayan bir görüntü oluşma anı fotoğraf. Anı dondurmak öyle önemli ki demek
insan için, fotoğraf makinelerinin kalitesini belirleyen ölçütlerden biri ne
kadar hızlı olduğu yani saniyenin kaçta kaçını kaydedebildiği. Enstantane hızı
dedikleri…
Görselin,
birçok iletişim biçiminin önüne geçtiği günümüzde sosyal ağlar dediğimiz şeyler
bizi yazı ile değil görsel ile anlatmaya çağırıyor. Hele ki sonsuz sayıda
fotoğraf çekme imkanı sunan dijital görüntü oluşturma sistemleri varken
elimizde. Artık sayılı kare yok elimizde film kullandığımız dönemde olduğu
gibi… Deklanşöre basmak için düşünmeye gerek yok artık. Dijital fotoğraf
elindeki ya da gözünün önündeki görselin kıymetini bilmemeyi de getiriyor
belki. Görsel müsriflik tam da içinde bulunduğumuz.
Fakat
bu yazı fotoğraf üzerine değil, son yıllarda gelişmiş ve artık neredeyse
hayatın vazgeçilmezi haline gelmiş olan selfie üzerine.
Elimizin
altında her an fotoğraf çekebileceğimiz telefonlar varken kendi kendine, kendi
dijital suretini oluşturma isteği belki de kaçınılmaz. “Ben”in odağında
yaşamaya çağrıldığımız günlerde objektife poz vermek rutin işlerden biri belki
de. Yazık ki yalnızlık toplumunun da bir göstergesi selfie. Fotoğraf
çektirmenin ritüellerinden biri olan objektifin ardındaki yok artık. Fotoğrafı
çekilen objektife gülümserken (hep gülümsenir fotoğraflarda, yarına mutlu
kalmayı ister hep) dolaylı olarak objektifin ardındakine de gülümser ve
kaydedilen, dondurulan an aslında objektifin ardındakinin yarına bırakmak
istediği andır, deklanşöre ne zaman basacağı, hangi anı donduracağı onun
tercihidir. Fakat selifie de ise boşalmıştır artık objektifin ardı. Objektifin
önünde de ardında da duran “ben”dir. Gülümsediğiniz de, gülümseyen de, karar
veren de, hakkında karar verilen de aynı kişidir. Fotoğrafı çekilen ve
fotoğrafı çeken… Hem özne hem de nesnedir artık birey fotoğrafı çekilirken ya
da fotoğrafı çekerken.
Selfie,
kendini sevmekten çok kendine bir hayranlıktır çoğu zaman. Kendine olan
hayranlığından suya düşerek boğulan Narkisos’un kuşaklar sonraki torunlarıdır
“like”lar içinde boğulanlar.
Tekniğin
ve teknolojinin getirmiş olduğu bir şeydir selfie. Cep telefonlarına ön
kameranın eklenişiyle kendini, dijitale kaydetme arzusu perçinlenmiştir,
çekilen görüntüyü “paylaş”abileceğimiz ve etrafımızı saran dijital ağlar da bu
arzuyu daha da körüklemiştir. Hem kendi suretini dijital olarak var edebilmek,
kimseye ihtiyaç duymadan hem de gerçek benliğini güçlendirmek dijital dünyadan
onay alarak.
Sosyal
ağların narsizmi arttığı yönünde sonuçlara varan araştırmalar varken, selfie
ise artı bir narsizmi getirir. “Ne yapıyorsun?”, “Ne düşünüyorsun?”,
“Neredesin?”, “Hayatında yeni ne var?” ve türevleri bir çok soruyu sorma
hakkını kendinde bulan sosyal ağlar, “ben” dışındakileri silip götürür.
Diğerleri sadece bizlerin ne yaptığını bilmek için var olan nesnelerdir sosyal
ağlarda. “Arkadaşlarına ne yaptığını
söyle” ya da “arkadaşlarına nerede olduğunu bildir” diye bize emirler verilir.
“Arkadaşlar” denilen kendimizi göstererek onay almamızı sağlayan mekanizmadan
başkası değildir.
Görünmenin
makbulleştiği günümüzde görünmemek düşünülemez bir şeydir. Görünmüyor olmak
yaşanabilecek en büyük kabustur belki, bir insana verilebilecek en büyük
cezadır teknolojinin gelişimi ile ilgili distopik bir dizide olduğu gibi.
Sosyal ağlar, bize görünür olmayı dayatır, öyle şiddetle değil, baskı ile de
değil, rıza ile dayatır, rıza ürettirir. İnsanın kendini belki bir parça
kayırışına tutunarak “ben” değerinin ortaya çıkışını birçok başka etkenle
birlikte kolaylaştırır.
“Ben”
sadece yazıya dökülmek istemez, görünür olmak, kopyasını bırakmak ister.
Görünür olmak, fiziken görünmeyi; görünür olmak nerede olduğunun bilinişini;
görünür olmak, ne giydiğinin gözükmesini ister. Fotoğraf çekmenin çoğaldığı,
yalnızlığın ise arttığı dünyada her anının kaydedilmesini isteyen kişinin
kendinden başka kimsesi yoktur. Objektifin ardında da olsa gülümseyeceği bir
yüz yoktur güzel bir anı yaşarken, kendinden başka. “Çekiyorum” diye sizi
hazırlayan biri yoktur, yarınlara gülüşünüzde. “Ben”, “ben”imledir.
Güldüğünüz/güldüğümüz
kendi yalnızlığımızdan başka bir şey değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder