Çiçeklerinin yaprakları biraz
dökülmüş olsa da yine de çiçeği burnunda bir öğretim üyesi ve kıdemli bir
“resmi” öğrenciliği (öğrencilik baki zira hayat boyu) geride bırakmış biri
olarak sınıf ve ders mahremiyetini yeniden sorgulamak zorunda kaldım son bir
olay* karşısında.
Lisans yıllarında dersin, sınıfın
mahremiyeti pek sorgulanmaz elbet. Girip ders dinlenilen, bazen dinlenmeyen bir
yerdir. Ders dinlemenin, ders almanın bir ritüel haline gelişi ise yüksek
lisans ile başlar, doktora dersleri ile zirveye çıkar. Her hoca aynı keyfi
yaşatmayabilir, her öğrenci de aynı keyfi almayabilir ama o başka yazının
konusu olarak bir kenarda dursun. Bunlar öğrenci perspektifinden bakınca
görünenler. Öğretim üyesi için de benzer bir sıralamanın olması mümkündür.
Öğrenci sayısı azaldıkça ki (basamak yükseldikçe öğrenci sayısı azalır), konu derinleştikçe
mahremiyet artar, bir gizin peşinden gitmeye dönüşür konuşmalar. Konuşmalar ve
tartışmalar arttıkça farklı yorumlarla bambaşka bir bilgi dağarı ortaya çıkmaya
başlar ki o bilgi kimsenin bilgisi değildir, o bilgi o havayı soluyan herkesin
bilgisidir. Ne dersler yaşamışımdır, ne dersler yaşatmıştır ki hocalarım derin
bir yorgunluk ve umut ve de huzurla ayrılmışımdır sınıftan.
Belki bazen çok da hoşuma
gitmeyen, belki katılmadığım, belki de bana ters gelen şeyler duymuşumdur
derslerde. Eğer konuşulabiliyorsa -ki üniversite bunu gerektirir- derslerde
konular tartışılır, bir karara varılamasa da düşünceler ifade edilir. Bir
derste bir hoca ile yaptığım tartışmayı anımsıyorum şimdi; “Haklı olabilirsin
ama ben böyle düşünüyorum” demişti, kimse birbirine fikrini dayatmaya
çalışmadı. O öyle düşündü, ben böyle.
Farklı düşündük ama ben ondan çok şey öğrendim. Ne benim ve eminim ne de başka
arkadaşlarımın aklından derste anlatılanları şikayet konusu haline getirmek,
yöneticilere şikayet etmek geçmedi. Derste okuttuğu kitaplardan dolayı hakkında
soruşturma açılmış bir hocamız vardı ve en azından benim çevremde olanlar ve ben
duruma o dönemde de hiç anlam verememiştik.
Bir başka hocanın derste
“gazeteciler örgütlü olmalıdır” dedikten sonra, “arkadaşlar örgüt diyorsam öyle
terör örgütü gibi değil” gibi bir açıklama yapmasını şaşkınlıkla dinlemiştim ve
sınıfın zekasına yapılmış bir hakaret olarak kabul etmiştim. Şu an sınıfın diğer
tarafında olan biri olarak (yıllar sadece iki adım ilerletiyor demek bizi,
sıralardan kalkıp iki adım atıp kürsüye yaklaşıyoruz) maalesef bu açıklamanın
bazen gerektiğini üzüntüyle anlıyorum. Anlatılanların zaman zaman ne kadar da
yanlış anlaşılabildiğini, nasıl farklı yorumlanabileceğini gördükçe derin bir
sızı duyuyorum. “Bu konuyu anlatıyorum çünkü…”, “Bu kişinin görüşleri önemli
çünkü…” açıklamalarını yaparken rahatsızlık ve zaman zaman utanç duyuyorum,
lakin bazen düşünüyorum da utanç duyması gereken ben miyim yoksa bunu bana
hissettirenler/hissettiren şeyler mi?
Diğer yanda başka bir duruma da
değinmemek mümkün değil elbet. Kendi görüşünü dosdoğru sayan hocalar yok mu?
Sanki o bütün sınıf tornadan çıkmışcasına aynı görüşe sahip olmalı. Zaman zaman
“karşıt” düşünceleri aşağılayan, hakaret eden şeyler söylemeyi kendinde hak
gören “kıymetli” hocalarımız. Fikrini dayatmayı seven, karabasan gibi
öğrencinin üzerine çöken hocalarımız. Öğrencinin kendi görüşüne yakınlığı/uzaklığı
ile notu arasında doğru orantı kuran hocalarımız.
Mahremiyet ile başlamıştık
yazıya. Sınıflarımız mahremimiz midir? Özel alan, kamusal alan, mahremiyet gibi
bir dizi kavram tartışılabilir elbette. Kavram alanı olarak mahrem de
sayılmayabilir sınıflarımız ancak özgür alanlarımızdır. Ve eğer bir hoca sınıfında
söylediklerinden dolayı mağdur ise hepimiz artık risk altındayızdır.
* http://www.birgun.net/haber-detay/prof-zeynep-sayin-ogrencim-muhbirmis-bilgi-universitesi-mahremiyet-ihlalini-mesru-kildi-116676.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder