Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

20 Haziran 2016 Pazartesi

Sınıflarımız Mahremimizdir

Çiçeklerinin yaprakları biraz dökülmüş olsa da yine de çiçeği burnunda bir öğretim üyesi ve kıdemli bir “resmi” öğrenciliği (öğrencilik baki zira hayat boyu) geride bırakmış biri olarak sınıf ve ders mahremiyetini yeniden sorgulamak zorunda kaldım son bir olay* karşısında.
Lisans yıllarında dersin, sınıfın mahremiyeti pek sorgulanmaz elbet. Girip ders dinlenilen, bazen dinlenmeyen bir yerdir. Ders dinlemenin, ders almanın bir ritüel haline gelişi ise yüksek lisans ile başlar, doktora dersleri ile zirveye çıkar. Her hoca aynı keyfi yaşatmayabilir, her öğrenci de aynı keyfi almayabilir ama o başka yazının konusu olarak bir kenarda dursun. Bunlar öğrenci perspektifinden bakınca görünenler. Öğretim üyesi için de benzer bir sıralamanın olması mümkündür. Öğrenci sayısı azaldıkça ki (basamak yükseldikçe öğrenci sayısı azalır), konu derinleştikçe mahremiyet artar, bir gizin peşinden gitmeye dönüşür konuşmalar. Konuşmalar ve tartışmalar arttıkça farklı yorumlarla bambaşka bir bilgi dağarı ortaya çıkmaya başlar ki o bilgi kimsenin bilgisi değildir, o bilgi o havayı soluyan herkesin bilgisidir. Ne dersler yaşamışımdır, ne dersler yaşatmıştır ki hocalarım derin bir yorgunluk ve umut ve de huzurla ayrılmışımdır sınıftan.
Belki bazen çok da hoşuma gitmeyen, belki katılmadığım, belki de bana ters gelen şeyler duymuşumdur derslerde. Eğer konuşulabiliyorsa -ki üniversite bunu gerektirir- derslerde konular tartışılır, bir karara varılamasa da düşünceler ifade edilir. Bir derste bir hoca ile yaptığım tartışmayı anımsıyorum şimdi; “Haklı olabilirsin ama ben böyle düşünüyorum” demişti, kimse birbirine fikrini dayatmaya çalışmadı.  O öyle düşündü, ben böyle. Farklı düşündük ama ben ondan çok şey öğrendim. Ne benim ve eminim ne de başka arkadaşlarımın aklından derste anlatılanları şikayet konusu haline getirmek, yöneticilere şikayet etmek geçmedi. Derste okuttuğu kitaplardan dolayı hakkında soruşturma açılmış bir hocamız vardı ve en azından benim çevremde olanlar ve ben duruma o dönemde de hiç anlam verememiştik.
Bir başka hocanın derste “gazeteciler örgütlü olmalıdır” dedikten sonra, “arkadaşlar örgüt diyorsam öyle terör örgütü gibi değil” gibi bir açıklama yapmasını şaşkınlıkla dinlemiştim ve sınıfın zekasına yapılmış bir hakaret olarak kabul etmiştim. Şu an sınıfın diğer tarafında olan biri olarak (yıllar sadece iki adım ilerletiyor demek bizi, sıralardan kalkıp iki adım atıp kürsüye yaklaşıyoruz) maalesef bu açıklamanın bazen gerektiğini üzüntüyle anlıyorum. Anlatılanların zaman zaman ne kadar da yanlış anlaşılabildiğini, nasıl farklı yorumlanabileceğini gördükçe derin bir sızı duyuyorum. “Bu konuyu anlatıyorum çünkü…”, “Bu kişinin görüşleri önemli çünkü…” açıklamalarını yaparken rahatsızlık ve zaman zaman utanç duyuyorum, lakin bazen düşünüyorum da utanç duyması gereken ben miyim yoksa bunu bana hissettirenler/hissettiren şeyler mi?
Diğer yanda başka bir duruma da değinmemek mümkün değil elbet. Kendi görüşünü dosdoğru sayan hocalar yok mu? Sanki o bütün sınıf tornadan çıkmışcasına aynı görüşe sahip olmalı. Zaman zaman “karşıt” düşünceleri aşağılayan, hakaret eden şeyler söylemeyi kendinde hak gören “kıymetli” hocalarımız. Fikrini dayatmayı seven, karabasan gibi öğrencinin üzerine çöken hocalarımız. Öğrencinin kendi görüşüne yakınlığı/uzaklığı ile notu arasında doğru orantı kuran hocalarımız.
Mahremiyet ile başlamıştık yazıya. Sınıflarımız mahremimiz midir? Özel alan, kamusal alan, mahremiyet gibi bir dizi kavram tartışılabilir elbette. Kavram alanı olarak mahrem de sayılmayabilir sınıflarımız ancak özgür alanlarımızdır. Ve eğer bir hoca sınıfında söylediklerinden dolayı mağdur ise hepimiz artık risk altındayızdır.


* http://www.birgun.net/haber-detay/prof-zeynep-sayin-ogrencim-muhbirmis-bilgi-universitesi-mahremiyet-ihlalini-mesru-kildi-116676.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder