Uçsuz bucaksız, yeşili bir tarafta denizi bir taraftayken
sordum kendime: “Karadeniz ne der bize?” Güzel şeyler söyler elbet Karadeniz,
eee bir kere Karadeniz o. Lakin ister bir mikro milliyetçilik deyiniz, ister
başka şey ama ana tarafından bakınca Karadeniz acıdır bize. Karşı kıyısından
suyun sürgündür bir kere. Kafkasya denen diyardan ayrılıktır gemilerle. Binbir
zorlukla gemi yolculuğu, hayatta kalma mücadelesi ve Anadolu’daki Karadeniz
kıyısına çıkıştır yıllar evvelinden. Gözyaşıdır Karadeniz, belki ondandır
yağmurun ondan ayrılmayışı, birden bire bulutlardan dökülüşü. Yediği, yuttuğu
canların ardından bitmediği yasıdır. Karadeniz’e suç bulmak ne, insan eli
değmiş bir kere. Karadeniz ne etsin sürülen binlere? İnsan eli değmiş, insan
eli acıtmış, Kafkasya’dan sürülenler suçu onda bulmuş, ona küsmüş darılmış. Lakin
Karadeniz onları kollarına almış, sarmış sarmalamış.
Yeşille maviyi buluşturmuş kendinde Karadeniz. Bir yerine
denizi, bir yerine yeşili koymuş ama insan evladı işte ikisine de bulaşmış. Denizi
doldurmuş, yeşili bozmuş dağıtmış. Fakat o Karadeniz, hırçın işte. Denizi ayrı,
yeşili ayrı hırçın, söz geçirtmemeye çalışmış, direnmiş, ne kadar direnirse
işte.
Sert, hoyrat ama bir o kadar da yumuşak. Dimdik dağlar,
yokuş yollar ama birden bire uzanan yaylalar. İstediğinde apaçık, istemediğinde
bir tül gibi sisle örter yüzünü, haydi gör görebilirsen. Kendini güvendiğine
teslim eden, güvenmediğine taş gibi duran bir insan gibi ya da Karadeniz’i
soluyan olmuş onun gibi… Bir yandan güneşli, ardından sel gibi. Dengesiz bir
insan gibi, Karadeniz dengesiz bir insan gibi. Zorluklarını görenin
sevmeyeceği, zorluklarını görenin bağlanabileceği…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder