Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Karadeniz Ne Söyler?

Uçsuz bucaksız, yeşili bir tarafta denizi bir taraftayken sordum kendime: “Karadeniz ne der bize?” Güzel şeyler söyler elbet Karadeniz, eee bir kere Karadeniz o. Lakin ister bir mikro milliyetçilik deyiniz, ister başka şey ama ana tarafından bakınca Karadeniz acıdır bize. Karşı kıyısından suyun sürgündür bir kere. Kafkasya denen diyardan ayrılıktır gemilerle. Binbir zorlukla gemi yolculuğu, hayatta kalma mücadelesi ve Anadolu’daki Karadeniz kıyısına çıkıştır yıllar evvelinden. Gözyaşıdır Karadeniz, belki ondandır yağmurun ondan ayrılmayışı, birden bire bulutlardan dökülüşü. Yediği, yuttuğu canların ardından bitmediği yasıdır. Karadeniz’e suç bulmak ne, insan eli değmiş bir kere. Karadeniz ne etsin sürülen binlere? İnsan eli değmiş, insan eli acıtmış, Kafkasya’dan sürülenler suçu onda bulmuş, ona küsmüş darılmış. Lakin Karadeniz onları kollarına almış, sarmış sarmalamış.

Yeşille maviyi buluşturmuş kendinde Karadeniz. Bir yerine denizi, bir yerine yeşili koymuş ama insan evladı işte ikisine de bulaşmış. Denizi doldurmuş, yeşili bozmuş dağıtmış. Fakat o Karadeniz, hırçın işte. Denizi ayrı, yeşili ayrı hırçın, söz geçirtmemeye çalışmış, direnmiş, ne kadar direnirse işte.

Sert, hoyrat ama bir o kadar da yumuşak. Dimdik dağlar, yokuş yollar ama birden bire uzanan yaylalar. İstediğinde apaçık, istemediğinde bir tül gibi sisle örter yüzünü, haydi gör görebilirsen. Kendini güvendiğine teslim eden, güvenmediğine taş gibi duran bir insan gibi ya da Karadeniz’i soluyan olmuş onun gibi… Bir yandan güneşli, ardından sel gibi. Dengesiz bir insan gibi, Karadeniz dengesiz bir insan gibi. Zorluklarını görenin sevmeyeceği, zorluklarını görenin bağlanabileceği…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder