Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

13 Aralık 2017 Çarşamba

Selfie ya da Kendine Gülmek


Fotoğraf, en güçlü anlama sahip olan görüntüsel göstergelerden biri. Bir anı donduran, geleceğe bırakan, bazen haber veren, haber verirken bazen iç burkan, bugünden yarına kalan bir gösterge. Belki de insanın bir anlamda kendini var etme çabalarından biri, yarına kalmak, iz bırakma telaşının bir örneği fotoğraf.

Fotoğraf, tek başına geniş bir söylem ve anlam alanına sahip. Doğa, mimari, anı, haber, portre fotoğraflarının her birinin geniş bir alanı var tartışmaya açılabilen. Akıp giden zamanı donduran, yarına bırakan, objektifin ardında olana anı dondurma gücü veren, objektifin önündekine yıllar sonraya kalma mutluluğu sağlayan bir görüntü oluşma anı fotoğraf. Anı dondurmak öyle önemli ki demek insan için, fotoğraf makinelerinin kalitesini belirleyen ölçütlerden biri ne kadar hızlı olduğu yani saniyenin kaçta kaçını kaydedebildiği. Enstantane hızı dedikleri…

Görselin, birçok iletişim biçiminin önüne geçtiği günümüzde sosyal ağlar dediğimiz şeyler bizi yazı ile değil görsel ile anlatmaya çağırıyor. Hele ki sonsuz sayıda fotoğraf çekme imkanı sunan dijital görüntü oluşturma sistemleri varken elimizde. Artık sayılı kare yok elimizde film kullandığımız dönemde olduğu gibi… Deklanşöre basmak için düşünmeye gerek yok artık. Dijital fotoğraf elindeki ya da gözünün önündeki görselin kıymetini bilmemeyi de getiriyor belki. Görsel müsriflik tam da içinde bulunduğumuz.

Fakat bu yazı fotoğraf üzerine değil, son yıllarda gelişmiş ve artık neredeyse hayatın vazgeçilmezi haline gelmiş olan selfie üzerine.

Elimizin altında her an fotoğraf çekebileceğimiz telefonlar varken kendi kendine, kendi dijital suretini oluşturma isteği belki de kaçınılmaz. “Ben”in odağında yaşamaya çağrıldığımız günlerde objektife poz vermek rutin işlerden biri belki de. Yazık ki yalnızlık toplumunun da bir göstergesi selfie. Fotoğraf çektirmenin ritüellerinden biri olan objektifin ardındaki yok artık. Fotoğrafı çekilen objektife gülümserken (hep gülümsenir fotoğraflarda, yarına mutlu kalmayı ister hep) dolaylı olarak objektifin ardındakine de gülümser ve kaydedilen, dondurulan an aslında objektifin ardındakinin yarına bırakmak istediği andır, deklanşöre ne zaman basacağı, hangi anı donduracağı onun tercihidir. Fakat selifie de ise boşalmıştır artık objektifin ardı. Objektifin önünde de ardında da duran “ben”dir. Gülümsediğiniz de, gülümseyen de, karar veren de, hakkında karar verilen de aynı kişidir. Fotoğrafı çekilen ve fotoğrafı çeken… Hem özne hem de nesnedir artık birey fotoğrafı çekilirken ya da fotoğrafı çekerken.

Selfie, kendini sevmekten çok kendine bir hayranlıktır çoğu zaman. Kendine olan hayranlığından suya düşerek boğulan Narkisos’un kuşaklar sonraki torunlarıdır “like”lar içinde boğulanlar.

Tekniğin ve teknolojinin getirmiş olduğu bir şeydir selfie. Cep telefonlarına ön kameranın eklenişiyle kendini, dijitale kaydetme arzusu perçinlenmiştir, çekilen görüntüyü “paylaş”abileceğimiz ve etrafımızı saran dijital ağlar da bu arzuyu daha da körüklemiştir. Hem kendi suretini dijital olarak var edebilmek, kimseye ihtiyaç duymadan hem de gerçek benliğini güçlendirmek dijital dünyadan onay alarak.

Sosyal ağların narsizmi arttığı yönünde sonuçlara varan araştırmalar varken, selfie ise artı bir narsizmi getirir. “Ne yapıyorsun?”, “Ne düşünüyorsun?”, “Neredesin?”, “Hayatında yeni ne var?” ve türevleri bir çok soruyu sorma hakkını kendinde bulan sosyal ağlar, “ben” dışındakileri silip götürür. Diğerleri sadece bizlerin ne yaptığını bilmek için var olan nesnelerdir sosyal ağlarda. “Arkadaşlarına ne  yaptığını söyle” ya da “arkadaşlarına nerede olduğunu bildir” diye bize emirler verilir. “Arkadaşlar” denilen kendimizi göstererek onay almamızı sağlayan mekanizmadan başkası değildir.

Görünmenin makbulleştiği günümüzde görünmemek düşünülemez bir şeydir. Görünmüyor olmak yaşanabilecek en büyük kabustur belki, bir insana verilebilecek en büyük cezadır teknolojinin gelişimi ile ilgili distopik bir dizide olduğu gibi. Sosyal ağlar, bize görünür olmayı dayatır, öyle şiddetle değil, baskı ile de değil, rıza ile dayatır, rıza ürettirir. İnsanın kendini belki bir parça kayırışına tutunarak “ben” değerinin ortaya çıkışını birçok başka etkenle birlikte kolaylaştırır.

“Ben” sadece yazıya dökülmek istemez, görünür olmak, kopyasını bırakmak ister. Görünür olmak, fiziken görünmeyi; görünür olmak nerede olduğunun bilinişini; görünür olmak, ne giydiğinin gözükmesini ister. Fotoğraf çekmenin çoğaldığı, yalnızlığın ise arttığı dünyada her anının kaydedilmesini isteyen kişinin kendinden başka kimsesi yoktur. Objektifin ardında da olsa gülümseyeceği bir yüz yoktur güzel bir anı yaşarken, kendinden başka. “Çekiyorum” diye sizi hazırlayan biri yoktur, yarınlara gülüşünüzde. “Ben”, “ben”imledir.

Güldüğünüz/güldüğümüz kendi yalnızlığımızdan başka bir şey değildir.