Benim yaşıtlarımın iyi
bileceği bir başlık. “Geçen Yaz Ne Yaptığını Biliyorum”, “Geçen Yaz Ne
Yaptığını Hala Biliyorum” şeklinde devam eden ve neredeyse bütün yaz
televizyonda yayınlanan gerilim filmi serisi.
Şimdi zaten herkes
herkesin ne yaptığını biliyor. Şeffaf yaşamayanlarınkini ise bilemiyoruz o
ayrı. Tercih meselesi olduğundan elbette ki kimsenin kimseyi yargılamaya hakkı
yok, bu yazı da öyle bir yazı değil. Aksine belki de kendini şeffaflaştırma
yazısı.
Genel olarak yaz nasıl
geçmiş? Bir göl varmış mesela, gitmeyen kalmamış oraya. Düğünler dernekler. Yaz
gelince düğünsüz derneksiz olmuyor. Evlilik teklifleri. Ramazan, iftar
sofraları, bolca dualar, Kurban’la gelen bazı et fotoğrafları. Saçını
değiştirenler, sevgilisinden ayrılanlar, yeni biriyle tanışanlar, aşkını ilana
edenler, evlilik yıldönümleri, çocuk doğumları, işe girenler, işten çıkanlar,
ev değiştirenler, üniversite kazananlar. Hayatta neler oluyorsa işte, benim
“timeline”ıma yansıyanlar. Bir de bence yansımaması gerekenler var, Hacc
fotoğrafları gibi. Ama o ayrı bir yazı konusu olarak şöyle bir yerde dursun.
Ben ne yaptım onu yazayım
istedim biraz. Bir yangın yerinin ortasında kaldıktan sonra farkındalıklar
oluşturmaya başladım kendime mesela. Öyle bir yazmak istedim, belki sizin de
işinize yarar.
Kendimi çevreci
belgeseller izlemeye verdikten sonra kimyasallarla savaşa girdim. Bir süredir
“ya bu deterjan, yumuşatıcı bu kadar zaman nasıl hala kokuyor” sorumun ne kadar
doğru olduğunu kavrayıp evden tüm temizlik malzemelerini defettim. Ev güzel
koksun diye ne kadar zehir varsa oraya buraya sürdüğümüzü fark ettim. “Ne
yapıyorsun?” diyebilirsiniz, “Ne yani temizlik için ne kullanıyorsun?” Ekolojik
olanları. Lüks tüketim gibi gelebilir ilk okunduğunda ama değil, çok uygun
fiyatlı şeyler bulabilirsiniz. Hem kendinize zarar vermezsiniz böylece, hem de
doğaya daha saygılı olabilirsiniz. Evde de yapabilirsiniz, internetten biraz
bakarsanız tariflere rastlayacaksınız. Hiçbir şey olmuyorsa Arap sabunu
kullanabilirsiniz. “Iyyy Arap sabunu mu?” diyebilirsiniz, ben de öyle diyordum,
artık demiyorum. Evinizde yok çam, yok leylak, yok okyanus kokusu salan
şeylerin içeriğine bir bakmanızı tavsiye ediyorum.
Kozmetik konusunda henüz
vazgeçemediğim bir iki şey dışında aynı yolu izledim. Krem, diş macunu
değiştirdim. Makyaj yapmaya çok meraklı olmadığım halde makyaj malzemesi ve
parfüm konusunu henüz halledemediğimi utanarak söylemeliyim.
Diğer yandan mutfak
tüketim alışkanlıklarında yaptığım değişiklikleri biraz daha geliştirmeyi
başardım. Uzun süredir yoğurt mayalıyordum, o alıp yediğiniz yoğurt, yoğurt
değil, söyleyelim. Tuhaf bir şey olabilir ancak o. Endüstriyel tavuktan
uzaklaşalı, “ya bir güzel tavuk bulup yesem” diyeli epey oluyor. Hayır
vejeteryan değilim, ve üzgünüm ki olmaya niyetli de değilim.
Çalışma sebebi ile vakit
bulup pazara gidemediğimden genellikle ve bir de bu ara sık yaşamış olduğum
sağlık sorunlarından anne baba desteğiyle taze sebze ve meyveye daha ulaşabilir
olmaya başladım. Özellikle özen göstermeye çalışıyorum. Market yerine, pazarı
tercih ediyorum. “Aaaa, pazara mı gidiyorsun” diyenlere “evet, gidiyorum,
arabam da var hem de” diyerek cevap veriyorum ve pazara gitmenin neden
yadırganacak bir şey olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. Lakin bu insanların
“evde yemek mi yapıyorsun?” sorusu sorduklarını düşününce bu soru normal
kalabiliyor tabii.
İnternetten de alıyorum,
üreticiden tüketiciye satış yapan ve çok taze sebze, meyve gönderen siteler de
mevcut. Ve bir de herkesin sahip olamayacağı iki güzel arkadaşım var. Hiç
üstüne vazife değilken arada geçerken bahçesinde yetiştirdiği meyvelerden ve
güzel tavuklarının yumurtalarından bana bırakan Seyfi. Malatya’dan bilumum
meyve kurusu taşıyan Sabine. Daha bir de sebze kurularım gelecek Fadime
teyzemin kendi kuruttuğu. Teyzemin köyden yolladıklarını unutmamam gerek.
Eşimin amcasının taşıdığı balı ve pekmezi de. Bizim böyle eş dost yok
diyorsanız, demeyin, emin olun ulaşacağınız yer bulursunuz. Mesela nohut ve
fasulyenizi Ovacık Belediyesi’nden alabilirsiniz, hem köylüye destek olursunuz
hem de çocukların okumasına katkı sağlarsınız.
Benim gibi reçel
seviyorsanız, dışarıdan almaktansa evde yapabilirsiniz. Gözünüzde büyüdü değil
mi? Reçel yapmak mı? Benim de büyüyordu, “ay onunla mı uğraşacağım” diyordum.
Çok fazla zamanınızı almayacağına emin olabilirsiniz, bir deneyin. Bir şey
üretmenin ne kadar keyifli olduğunu keşfedeceksiniz. Başarısız olabilirsiniz,
ama yine deneyin. Karşılaşacağınız en kötü sonuç sulu olması olabilir, yoğurda
katar yersiniz, böylece meyveli yoğurt yaparsınız seviyorsanız. Olmadı tatlının
içine koyarsınız. Ziyan etmek yerine, değerlendirmenin keyfini yaşarsınız. Çöpe
attığımız o kadar şey var ki, ziyan olan. Oysa attığımız şey sadece o attığımız
değil, emek, hem de kaç kişinin. Bunu düşünürseniz gerçekten içiniz sızlar.
Küflenen ekmekleri atıyorsunuz değil mi? Kırıntı yapın cama koyun, kuşlar
yesin, kafanızı çevirince onları görüp sevinebilirsiniz. Haa, “cama pisliyorlar
ya” diyorsanız, siz zaten tüm söylediklerimi boşverin.
Turşu seviyorsanız,
turşunuzu da yapmayı önereyim. Evet evet, bildiğiniz kış hazırlığı yapıyoruz
yani, hani eskiden hayat bilgisi kitaplarında olduğu gibi. İlk denemem olan
turşum henüz olmayı bekliyor, nasıl bir sonuçla karşılaşacağımı henüz
bilmiyorum. Sabır eğitimi sayılır, kendisini bir ay bekleyeceğim, sonra
kavuşacağız birbirimize. Beklemek… Ne zor bir kelime değil mi, günümüz dünyası
için. “Marketten alırım ya” diyebilirsiniz, evet alabilirsiniz. Ancak sadece
turşu değil, pek çok ıvır zıvır da almış olursunuz onunla birlikte. “Ayy bu da
organik teyze olmuş” deyip dalga geçebilirsiniz, önemli değil, ben de dalga
geçiyorum kendimle.
Bunlara nasıl zaman
buluyorsun diyebilirsiniz. Bu yaz zamandan bol çok az şeyim oldu diyebilirim. O
da bana bunları öğretti. Ama zamanımın daha kısıtlı olduğu zamanlarda da yapabileceğimi
gösterdi. Film izlerken bir yandan
yapabilirsiniz çünkü bunları, ya da kafanızı dağıtmak için de. Ya da alışveriş
merkezinde aylak aylak gezdiğiniz zamanları buna ayırabilirsiniz. Gerçekten
ürettiğinizi görmek keyif verecek.
Şimdi bir de salça tarifi
bekliyor olabilirsiniz. O kadara girmedim henüz, annemin yaptıklarını
tüketiyorum. Ama sıcaklarda içmek için meyve suyu tarifi verebilirim.
Yumuşamaya başlayan, yiyemeyeceğiniz meyveleri atın tencereye kaynatın, ben
şeker koymuyorum, isterseniz koyun, süzün için. Bu kadar. Evet içimde bir Derya
Baykal büyüttüm bu yaz.
Evde çiçek bakmaktan çok
haz etmezdim ama evde geçirmek zorunda kaldığım uzun zamanlar olunca annem
elinde üç beş saksı ile gelip balkona dizdi, “al renkli renkli bakarsın”
diyerek. Sevdim kendilerini, mevsimlik olanlar bana veda etti ama diğerleriyle
birlikteyiz. En çok cüce narı seviyorum galiba, iki tane meyvesi var şimdi.
İşlevsel olarak nane var, salataya koymak için güzel oluyor. Baktınız canınız
koymak istemiyor o zaman kurutup ufalıyorsunuz, kuru nane olarak size hizmet
vermeye devam ediyor, diyorum ya işlevsel. Bir de çok acı çıkmış olan küçük
biberlerim var, acı sevmeme rağmen bana bile acı geliyorlar, oldukça babama
veriyorum.
Ve son olarak şimdiye
kadar yapmadığım şeyi artık yapıyorum ve çöplerimi ayırıyorum. Doğa için
yapabileceğiniz en basit şey. Bunu yaptığınızda aslında ne kadar az çöp
çıkardığınızı fark edeceksiniz. Dönüşüm konusunda camları kumbaraya atma
hassasiyetim uzun zamandır olmasına rağmen, diğerlerine bu kadar hassas
davranmamıştım. Biraz da arkadaşım Yeşim sayesinde “e ben de yapayım bari”
diyerek başladım. Bu da dönüşür, bu da dönüşür… E neredeyse herşey dönüşür. Suların
pet şişeleri, bu kadar ekoloji vs dediğim halde sigara içtiğim için sigara
kutuları, yumurta kapları, plastik poşetler, kese kağıtları, paketli gıda
almamaya özen göstermeye çalışsam da her yerimiz bunlarla sarılı olduğu için
elbet yakalandığımız ambalajlar, koliler. Esas çöpleri saysak belki daha rahat.
Sistemin sevmeyeceği
insan olmaya çalışıyorum, hatta çalışıyoruz, eşimle birlikte. Aslında tam
manasıyla ideal tüketici olmamıştık zaten ikimiz de hiçbir zaman. En
dayanamadığım tüketim şeker, çikolata ve tatlıydı sanırım ama tedavi sırasında
onlardan da uzak kalınca kendi tariflerimi oluşturmaya başladım alternatif
olarak, şeker koymadan tatlı yapma çalışmalarım çok iddialı olmasa da fena
gitmiyor gibi.
Tüketim halkasının
olabildiğince dışına atmaya çalışıyoruz kendimizi, elbette zorunlu ihtiyaçlar
için bunlar geçerli değil. Ben bazı şeyleri frenlemekte zorlanıyor olsam da şu
soruyu sormayı öğrendim, “gerçekten gerekli mi?” Özellikle giyim konusunda.
Beni kendime getiren True Cost isimli bir belgeseldi. Neye ortak olduğumu
görmek beni derinden sarstı ve “hayır bunun parçası olmamalıyım” dedim. İlla ki
birşeyler alacaksam da bunu yapanlardan almamalıyım.
Bunları söylüyor ama
falanca şey giyiyor ya da yiyor diyebilirsiniz. Doğru. Ama her şey bir anda
düzelmiyor. Lakin hayat pratiklerimizde yaptığımız bazı değişiklikler küçük de
olsa en başta size, sonra başkalarının hayatında belki farklılık ve farkındalık
oluşturuyor.
Ben yapsam ne değişir
diyebilirsiniz, siz yapsanız çok şey değişir.
Ha bu arada, içsel
seyahatim sırasında sanırım yazım sizden iyi geçmiş (evet tamamen
kıskandığımdan söylüyor da olabilirim, gezemedim diye hasetlenmiş olabilirim
belki). Şaka canım. Planladığım gibi olmasa da bir iki küçük seyahat
yapabildim, iyi olduğum zamanlarda. Plan demişken, hayat planlarımızı alıp kafamıza
vuruyor bazen.