Belki de günümüzün en fazla pompalanan şeylerinden biri
mutlu olmak. Herkes mutlu olmak zorunda, bilhassa medya ile hep üstümüze gelen
içeriklere göre. Bir kısa filmde geçtiği gibi “mutlu ol, bu bir emirdir.”
Kişisel gelişim kitapları nasıl mutlu olunacağını öğütlüyor,
sosyal medyada renkli zeminler üzerine yazılı birbirine benzer çok sayıda yazı
paylaşılıyor, televizyonda konuşulan bazı konular yine mutluluk peşinde,
reklamlar ve bir çırpıda akla gelmeyen pekçok şey hep mutluluk diyor bize.
Bir çikolatalı kek mutluluk vaad ediyor reklamlarda, bir
başka içerik kendinizi mutlu etmek için başkalarını önemsememenizi salık
veriyor, bir diğer şey ise en yaygın söylemlerden birini dile getiriyor:
Tüketin, kendinize küçük sürprizler yapın ve mutlu olun.
Peki ne kadar sürecek tüm bu mutluluk. Keki yemek beş
dakika, aldığınız şeyin tatminini yaşamak biraz idareliyseniz en fazla 2 gün.
Peki ya sonra…
Herkes mutluluğu arıyor bir şekilde. Düşünce tarihinin,
felsefenin temel sorularından biri mutluluk. Mutluluk nedir, mutluluğa nasıl
ulaşılır? O dönem verilen, aranan yanıtların içi şimdikinden çok daha dolu
elbette. Kendini gerçekleştirmek gibi. Yani bir çaba meselesi, hüzne yazgılı
olmak, kendine sürgün olmak, yanıp yeniden doğmak, pişmek ve kendini var etmek…
Şimdiki gibi bir paketlenmiş kekin içindeki akışkan çikolata sosu değil yani
mutluluk. Paketli hazır sunulan bir şey değil, el yapımı.
Sahi mutluluk ne? İnsan sürekli mutlu olur mu, olabilir mi? Birçok
dünya meselesi birçok insanlık meselesinin, hayat kaygısının olduğu bir dünyada
insan nasıl mutlu olur her zaman? Bu mutluluk değil, olsa olsa körlüktür.
Dünyaya kendini kapatmak, acıya gözlerini yummak, hatta bir felç halidir,
hissizleşmedir, bir nevi lobotomidir.
Mutluluk tüm hayata yayılamayacak kadar anlık bir his.
Olursunuz ve geçer. siz daim ettirmek isteseniz de bozar birşeyler. Bir
şarkının söylerinde olduğu gibi “biri gelir soğanınızı çalar, biri yok yere
vurur kafesteki kuşunuzu.” Biraz olsun vicdan sahibi iseniz yok yere
öldürüldüğünü haberlerde gördüğünüz insanlar içinizi daraltır. Minübüste başını
cama yaslayıp ağlayan bir kişi sizi düşündürür, çöpten yiyecek arayan adam
insanlığınızdan utandırır sizi, insanlığınız varsa tabii. Yakınınız olan
birinin derdi yüreğinizi yakar eğer kendinizden başkalarını hala
düşünebiliyorsanız pompalanan narsistliğe inat. Yok eğer dünya sizin
etrafınızda dönüyor sanıyorsanız tam da istenen ‘birey’ olmuşsunuzdur zaten,
hani o çok söylenen “kendinizi önemseyin, kimse sizden değerli değil” cümleleri
motto haline gelmiştir sizin için. Kendinizi mutlu edebilmek adına başkalarını
mutsuz eden, hüzne yazgılayan kişisinizdir artık. Lakin mutlusunuzdur
başkalarının mutsuzluğu üzerine bina ettiğinizle. İşte aslında nasıl mutlu
olunur içerikleri tam da budur, “benden sonrası tufandır.”
Birbirine tutunmayan/tutunamayan bireyler üretmektir bu
dünyadaki sistemin arzusu. Yapayalnız bireyler, sadece kendini düşünen
bireyler… Anlık mutluluklar verir bu sistem size, sonrasında daha da isteyin
diye. Mutluluk ekonomisi işte böyle birşeydir.
Tüm bunların aksine yaşam sürmek istiyorsanız hüzne
yazgılısınızdır. Mutlu olmaz mısınız? Olursunuz elbet ama size dayatılmaya
çalışandan çok daha başkadır mutluluk anlayışınız. Bir başkasının da sevinciyle
kendini iyi hissetmektir, yaptığı işi sevmektir, sevdiğin bir şarkıyı dinlemek,
dostlara yemek hazırlamaktır, herhangi bir şekilde bir şey üretmektir,
tüketmenin mutlu ettiği söylemine inat. Mutlu olmalısınız dayatmalarından
uzaklaşmaktır mutlu olmak. Çünkü çeşitli
şekillerde mutlu olmamız gerektiğine inanıp onun peşinden koşarken aksine hep
daha mutsuz oluyoruz ya da kimyasal bir uyuşturucu almış gibi çılgınca mutlu
oluyor ve sonrasında inanılmaz bir yoksunluk yaşıyoruz.
Her insan aynı gibi standart mutluluk reçeteleri
hazırlanıyor. İnsanlar bu reçeteleri birbirine veriyor. Oysa herkes kendini
başka şekilde iyi hissediyor. Birbirimizin mutluluk reçetesi bir diğeri için
can sıkıcı olabiliyor. Lakin pek çok insan bunu anlamak istemiyor. Çünkü herkes
en iyisini biliyor ve en mutlu ancak onun/onların yaptığı gibi olunabiliyor.
Mutlu olmak biraz hüzünden, biraz acıdan geçiyor. Çünkü
kendini aramadan, keşfetmeden, sorular sormadan sürekli bir mutluluk, daha
doğrusu hayattan memnuniyet sağlanamıyor. Bir şiirde yazıldığı gibi “ağaçlar
toprağa acı vermeden büyümüyor”. Çiçek açan, meyve veren ağaçların derin ve
acılı bir serüveni var. O serüveni yaşamadan boş, sabun köpüğü mutluluklar
yaşamaktan öteye geçmiyor hayat.
Mutlu olmak, en başta hüzne yazgılı olmaktan geçiyor…