“İnsan kendini bir şarkıda bulamıyorsa, hani biraz da olsa
bulamıyorsa durum vahim” derdim. Şarkıyı buldum neyse ki. Dinleyip dinleyip,
boş bulduğum, kimseyi rahatsız etmeyeceğim yerlerde (sesim kötümüdür biliyorum)
bağırıp duruyorum. Biraz rahatlatıyor, su serpiyor gibi. Nakaratı hep gözlerimi
dolduruyor, sesim daha da kötüleşiyor. Ama olsun varsın, rahatlatıyor. Hangi
şarkı mı? Söylemeyeceğim.
Yazmak hep söylemekten daha kolay oldu benim için, kendimi
yazarak daha iyi anlatabildim, belki de sözümün kesilmemesinden, kesilse bile
hisetmememden dolayı. Şarkıyı buldum bulmasına da “acaba şiirlerde bulur muyum
kendimi” dedim ve peşine düştüm. Şiir okumayı severdim ama uzun zamandır bu
kadar hırsla –doğru kelimemi emin değilil- okumamıştım. Bir iki birşeyler
okuyup bırakırdım, bir zamanlar okuldaki odamda masamın hemen başında asılıydı
bir şiir, odam değişince onu orada bıraktım. İçimdeki yeri ise sabittir “Zümrüdüanka”nın.
Velhasıl kitaplara daldım, internete vurmadım yani kendimi. Sevdiğim
şairlerin beni kucaklayacak yeteri kadar kitabı vardı evimde, hafızam da fena
değildir. Öncelikle her yağmurda aklıma gelen aslında şiirle yağmur dışında çok
da ilgisi olmayan bir şiir çağırdı beni.
“Yağmur
çiseliyor.
Serez
çarşısı dilsiz,
Serez
çarşısı kör.
Havada
konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez
çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
Yağmur
çiseliyor.”
Elbet bu değildi aradığım. Hep yağmurla
ilişkisini kurduğumdan hayatımda vazgeçilmezdi ama daha toplumcu bir şiirdi.
Sanata bakış açım genelde toplum için olmasından yanaysa da şimdi bireysellik
aramakla meşguldüm. Hem de sen sinsi sinsi her yerimde gezerken ve birden bire
hesapta olmayan ağrılar çıkarırken benim karşıma.
Bir yandan dinlediğim şarkılar beni
şuraya götürdü:
“Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız”
Tam da bireyci
bir şiir değil mi? Ama yine olmadı. Aradığım tam da bu değil aslında. Biraz daha
direnç gerek bana.
“Işıkları tutamıyorum
avuçlarımdan kayıyor
karanlık en büyük korkum
gece gittikçe çoğalıyor”
Güzel güzel
olmasına ama tam da korkularımı yüzüme vuruyor. Karanlık diye haykırıyor bana
satırların arasından, nerede aydınlık? Biraz olsun umuda ihtiyacım var halbuki
benim. Arayışa devam o zaman.
“dünyada iki kapılı bir han gibi durmanın,
buraya böyle gelmiş olmanın,
gecene yol açmanın, ki içinden rüzgar geçirmenin
ne büyük güç istediğini anladım. durmanın ne büyük sabır…”
Ve aynı kitabı
karıştırırken bir şeye daha rastladım, hem de son birkaç yılımın en büyük
sorunu belki de.
“bir yerde vahim bir yanlış yapılmıştır
ne yadsımaya dilim varır
ne düzeltmeye gücüm yeter”
Öyle ya bazen
bazı şeyleri düzeltmeye gücün yetmez, “çapını bil” der bazıları, belki de
seninle dostluğumuz bu yüzdendir (önce arkadaşlığımız diyecektim ama fark ettim
ki arkadaşlıktan öte seninle durumumuz). Evet düzeltmeye gücüm yetmedi, yedim
bitirdim kendimi. Haksızlık bana ya da bir başkasına ne fark eder. Bu dönem
için çok mu hayali? O halde birkaç dize daha sana:
“Bir hayalden geldim ben,
Bir hayal verdim sana”
Ve bundan sonra
ne mi oldu? Bak aynı sayfalardan içime işleyen bir dize daha:
“Ve insan
Sabahın nemi kadar sessiz olmayı isteyecek”
Ben de istedim
aslında, öyle susayım kalayım istedim. Susayım, öyle susayım ki, bir daha tek
laf etmeyeyim. Kimse bilmesin ne düşündüğümü, kimse karşı çıkmasın düşünceme,
kimse yeniden incitmesin beni düşüncemden dolayı. Susayım öyle susayım ki lal
olayım, hatta bir adım daha öte; susayım, bir de duymayayım… Ahraz olayım. Vahim
yanlışlara böyle tepkisiz kalayım. Olamadım, sen oldun.
Sonra şunu
öğrendim:
“İçime işleyen acıyı size değil
Bir suya bırakmayı öğrendim
Dal olmaktan vazgeçeli çok oldu
Bu yüzden ne bir ağacım var
Bana beden
Ne de çiçek açacak benden.”
Çiçek açmamaya
karar verdim, karar verdik. Hoş acıyı da size anlatmamayı öğrendim, zira
anlamadınız. Bu yüzden tek başıma değil belki ama az başıma var olmaya karar
verdim.
Şimdi belki
biraz arka arkaya:
“Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce”
Öyle ya insan
derde düşmeden anlamıyor, ne bilsin? Ve sonuç
olarak dedim ki önce;
“Tam unutmaya alıstırmışken kendimi
artık unutmak istemediğimi fark ettim
(Artık unutmak istemiyorum)
(Artık unutmak istemiyorum)”
Unutmak istemiyorum,
evet; çünkü uzun vadede sen sinsi çok şeyi unutturabilirsin bana.
Ve ne buldum o
kadar şiirde bilir misin? Öncelikle şunu
“Hayalleri dik
tutmak gerekir”
Ve ardından şunu
“Birikip yeniden
sıçramak için
elde var hüzün”