GİRİŞ
Soğuk
Savaş döneminin iki esas oyuncusunun yanında belirip rol çalmaya çalışmasa da
“ben de varım” diyen bir yapı Bağlantısızlar Hareketi. İki kutupta da yer
almayı reddeden, iki kutuplu dünya dayatmasına karşı çıkan bir alternatif. Başarısı
ya da başarısızlığı bu çalışmanın sınırlarının içinde yer almıyor. Çünkü bu
çalışmanın derdi Bağlantısızlar Hareketi değil, Bağlantısızlar Hareketi’nin verdiği
ilham akademi çatısı altında, her türlü dayatmacı iktidara karşı durarak bilgi
üretiminin mümkün olup olmadığı. Sözü edilen olabilirlik sorgulanırken aynı
zamanda neden böyle bir tutuma ihtiyaç duyulduğu sorusu da yazıyı
şekillendiriyor.
Bağlantısızlar
Hareketi’ni kısaca hatırlatarak başlayan bu yazı, ardından bilgi iktidar
ilişkisini akademide çizilen sınırlar üzerinden tartışıyor ve ardından “ne
yapılabilir”in yanıtlarını arıyor.
BAĞLANTISIZLAR HAREKETİ’Nİ
HATIRLAMAK
Bağlantısızlar
Hareketi, Soğuk Savaş döneminin soğuk ve gergin havasına kafa tutan bir
birleşim. Ne SSCB’nin ne de ABD’nin yanında olan bir hareket. Aslında meydan
okuyan bir duruş. İki kutba ayrılmış dünyada iki tarafta olmayı da reddetmiş,
iki kutbu da karşısına almış bir hareket. Yani iki taraflı baskıya da bir karşı
koyma çabası, bir direniş, bir var oluş mücadelesi. Orta yolcu değil, aksine “ben/biz
de varız” diyen bir oluşum yani bir alternatif. Detaylar için pek çok kaynağa
bakmak mümkün, tarih anlatmak değil derdimiz, tarihe dayandırmak sadece. Ancak
çok kısa anımsamak gerek belki.
1955
Baldung Konferansı Bağlantısızlık (Non-Alignment) için bir başlangıçtı. Anlayış
ve felsefe hemen oluşmasa da bir adımdı. Bağlantısızlığın, yani hiçbir bloka
veya askeri ittifaka bağlı olmama hareketinin ilk teşkilatlanması Yugoslavya
lideri Tito ile Mısır Başbakanı Nasır’ın teşebbüsü ile 1961 yılında oldu. Aynı
yıl yayınlanan deklarasyonda her türlü sömürgeciliğe karşı gelindi (Armaoğlu,
1994: 625-626). Bağlantısızlar iki güç blokundan da ayrıydılar ve olabildiğince
onlardan bağımsızdılar, ancak blok içinde diğer bloklara yakınlıklar olduğunu
unutmamak gerekir. Dolayısıyla aslında Bağlantısızlar aslında kendi içinde de
bağlantısızdırlar ama temel bir noktada direngendiler; sömürü ve baskıya karşı
durdular/durmaya çalıştılar.
BİLGİ İÇİN BİLGİYE KARŞI
Soğuk
Savaş döneminden daha da karmaşık, daha da kutuplu olan akademide bağlantısız
olunabilir mi yani oluşan bilim iktidarına/iktidarlarına alternatif
oluşturulabilir mi? Egemen yapılanmalar içinde yer almayı reddederek yeni bir
yapı tasarlayabilmek mümkün mü?
Bu
soruların yanıtlarını aramaya başlamadan önce bağlantısız ile ne demek
istediğimizin değil ama ne demek istemediğimizin sınırlarını çizmek gerekiyor. Bağlantısız
demek hayata karşı bir duruş sahibi olmayan demek değildir. . Etliye sütlüye
dokunmayan, yazıp çizdiği ile bir şey söylemeyen ya da söylememeye özen gösterenler,
bir sorunsalı çözme derdi ve kaygısı taşımayanlar, akademik basamakları hızlı
tırmanmak için salt puan desteleme peşinde olanlar bağlantısızların sınırları
dışında. Onları bilim değil, bilgi de değil, enformasyon devşirenler olarak
ayrı tutuyoruz. Bilgi üretmeyip bilgi derleyenler bağlantısızlardan bağımsız. Bağlantısızlar
ise akademide oluşan bloklardan ayrı olarak var oluş mücadelesi verenler,
eğriye eğri doğruya doğru diyenler. Derdimiz
“belirli bir çevrede yaşayan” ve yapılan
çalışmaları yine bu çevrenin kriterleri ile değerlendirenlere karşı direnenler.
Orada
ya da burada yer almadan, kimseye yaranmaya çalışmadan sadece ürettiklerimizle,
kurulan sözle akademide varlık sürdürebilir mi? Sadece tek bir tarafa bakmayı
öngören kutuplara sentezle yanıt verilebilir mi? Minerva’nın baykuşunun
topladığı bilgileri, Simurg’un bilgeliği ile harmanlayıp yeni bir söz kurulabilir
mi?
Elbette kurarız, lakin çok kolay değil. Bir tarafta Minerva’nın baykuşunu
ululayanlar, diğer yanda Simurg’u göklere çıkaranlar (ve elbet tersini de
söylemek mümkün: Baykuşu kötüleyenler, Simurg’u yerin dibine sokanlar da yok
diyemeyiz) varken iş biraz karmaşık, iş biraz zordur.
Bilginin,
üretildiği coğrafyaya göre önem kazanması ya da önemini yitirmesi hatta yüzüne
dahi bakılmaması ya da hayranlıkla baktıkça anlamsızlaşması bağlantısızların
mücadele etmesi gereken en temel sorunsallardandır. Sorun, bilgi ve iktidar
sorunudur yani ikisinin birbiri ile olan ilişkisidir. Foucault’nun üzerine çokca kalem oynattığı bir
alandır sözü edilen. Foucault’nun bilgi ve iktidar sorunsalına bir yanlışı
düzelterek başlamak gerekir. Bir yanlış anlamanın tersine Foucault “bilgi
iktidardır” demez. Foucault’nun sözünü ettiği bilgi ve iktidar arasındaki bağlantıdır;
biri diğerine eşittir demez; fakat aralarındaki güçlü ilişkiye dikkat çeker. Foucault
(2013: 65-66), Hapishanenin Doğuşu’nda bilgi ve iktidar arasındaki karşılıklı
sürece değinir. İktidar bilgi üretir, iktidar ve bilgi birbirlerini doğrudan
içerir, bir bilgi alanı oluşturmadan ilişkisi olamaz ve aynı zamanda iktidar
ilişkilerini varsaymayan ve oluşturmayan bir bilginin ve bilgi alanının
olamayacağı kabul edilmelidir. Ayrıca bilgi ve iktidar kavramlarının arasında
ayrıca bir de hakikat kavramının önemine dikkat çeker Foucault: “Hakikat
üretilir. Bu hakikat üretimleri iktidardan ve iktidar mekanizmalarından ayrı
değildir, çünkü hem bu iktidar mekanizmaları bu hakikat üretimlerini mümkün
kılar, bunlara yol açar, hem de bu hakikat üretimlerini kendinde bizi bağlayan,
birleştiren iktidar etkileri vardır. Beni ilgilendiren şey, hakikat/iktidar,
bilgi/iktidar ilişkileridir” (Foucault, 2007, 173).
Tartışma
sırasında tutamak oluşturabilecek kavramların ilişkileri için başvurduğumuz
Foucault’nun düşün dünyasından sonra yeniden sorunsalımıza dönmek yerinde
olacaktır. Sorunu bilgi ve iktidar sorunu olarak tanımlamıştık, peki bu sorun
nerededir? Akademide iktidar olanlar mı bilgiyi belirler yoksa
bilgi mi iktidarı belirler? İktidar olanların (siyasi iktidar) bilgiyi belirlediği
bazı durumlar ortaya çıkabilir ki çok tehlikelidir. Siyasi iktidarlara yakınlıklarından dolayı oluşan bazı gruplar
bilgi iktidarını da ele geçirmeye çabalayabilirler ya da her siyasi iktidar
kendi bilgisini üretmeye çalışabilir ve bu ürettiği bilgiyle kendine bir
gerçeklik yaratabilir. Dolayısıyla o siyasal görüş yelpazesinde değilseniz ya
da yelpazenin içinde ama onlar gibi değilseniz dışarıda kalmak durumu ile yüz
yüze kalırsınız. Fakat bu yüzleşme bir dışlanma değildir bağlantısız olma
yolunda olanlar için ya da bu yüzleşme başka bir akademinin mümkün
olabilirliğini sorgulatır. Bir diğer yanda ise ürettiği bilgi ile iktidar elde
edenler vardır ki onlara duyulacak saygı sonsuzdur. Lakin bilgiye eleştirel
yaklaştığınızda ya da öyle düşünmediğinizde sonucu diğerinden çok da farklı
olmayabilir.
SINIRLARA DİRENMEK
Peki
ya bağlantısızlar ne yapabilirler ya da neden bağlantısız olmak gerekir? Sorun
bilgi iktidarını ele geçirmekle ilgili değildir, aksine bu iktidara karşı
durabilmek, başka bir perspektiften bilgi üretebilmektir. Bu noktada Said’i ve
postkolonyalizmi anımsamakta fayda var. Said en önemli çalışması olan
Şarkiyatçılık’ta Batı’nın Doğu hakkında ürettiği bilgileri, bu bilgilerin
doğruluğunu ve oluşturdukları söylemi sorgular. Bunun dışında “iktidara
hakikati söylemek” kavramını öne süren Said, hakikat kavramı ile “mevcut
iktidarları yıkmaya ve iktidar ilişkilerini değiştirmeye katkıda bulunabilecek
bilgi üretimini ima eder” (Traboulsi, 2010: 71). Bağlantısızların da çabası bu
bilgiyi üretmek, hakikate katkı yapabilmektir. Fakat burada kullanılan hakikat
kavramı bile kimi zaman rahatsız edici olabilmektedir, zira zannedilir ki bazı
kelimeler, bazı kavramlar birilerinin, bir grubun tekelindedir ve onlar
yalnızca kendilerinin istediği ve yükledikleri anlam ile kullanılsın isterler. Bu
“kavram bencilliği” ya da “kavram mülkiyeti” sözü edilen kavramları
başkalarına kapatmaya çalışırken aynı zamanda üretilmek istenen hakikate de ket
vurur. Hatta öyle ki kavram bencilleri ile kavram mülkiyetçileri sınırladıkları
kavramlar ile kendi düşünsel yapılarını da sınırlandırırlar.
Sorun
ve mücadele alanı sadece kavramlardan ibaret değildir elbet. Akademik
çalışma/çalış(a)mama alanlarının yazısız bir sözleşme ile uygulandığı dönemler
daha gerilerde diyemesek de çember genişlemiş durumda. Lakin bir yerden
genişleyen çember diğer yandan daralmıyor mu? Her dönemin tabusu başka, akademi
dönemlere uygun olarak tabular oluşturmuyor mu? Her dönemin “öne çıkanları”,
her dönemin “öne çıkan” tabuları… Birileri tabuları kutsar, diğerleri bu
tabulara bilimdışı saldırır. Saldırı ve kutsama eylemleri iki taraflı gerçekleşir.
Oysa tabular yıkılmak için vardır ve yıkımalıdır, lakin hakaretle değil,
bilimle; saldırganlıkla değil, akademik bir dille. Bağlantısızların
yapabileceği budur; kendi düşünce yapılarına ters düşen düşüncelere
kalemleriyle, birikimleriyle, sözleriyle yanıt vermek. Karşı düşünce her
nereden gelirse gelsin, hoşgeldi sefa geldi diyebilmek, saldırmadan eleştirmek.
Karşılaşılabilecek
bir diğer sorun ise tıpkı mülkiyet edinilmiş kavramlar gibi mülkiyet edinilmiş
çalışma alanlarıdır. Akademide parsellenmiş bazı konular bulunur, hatta
bazıları sadece parsellenmekle kalmamış dışarıdan içeri girilmesin, içindekiler
de dışarı çıkmasın diye dikenli tellerle etrafları örülmüştür. Bir şeyi
sınırlandıran herşey; ister dikenli tel ister duvar olsun sadece dışarıdan
birinin girmesini değil, içeriden de birilerinin çıkmasını engellemek içindir,
ülke sınırları gibi. Sınırları aşarak zaman zaman içeri sızabilmek mümkünse de
yakalanıp sınırdışı edilmek an meselesidir. Dert edilen bir konunun çalışılması
sınırların içindekileri rahatsız ederken aynı zamanda sınırın dışında (ama
başka sınırlarda) bulunanların da sizin o sınırda olduğunuzu yaftalaması
demektir. Bağlantısız olma yolunda ilerleyen bazı akademisyenler bu yaftalardan
kurtulmak için kaçıverirler, suç bulmamak gerekir elbet onlara, suçlu onlar
değildir. Bazıları ise kendisine dert ettiği her konuda, mülkiyet edinilmiş
konular demeden yazıp çizmeye devam eder, ötelenmeyi ve ötekileştirilmeyi ise
göz ardı eder.
SONUÇ
Bağlantısız
olmanın gücü de güçlüğü de bir tarafa ait olmamaktan değil, bir tarafa biat
etmemekten gelir. Eğriye eğri, doğruya doğru deyince dışlanacak taraf çokludur.
Yazdıklarımız, düşüncelerimiz, sözlerimiz kimliğimizdir, bizdir. Yazdıklarımız
bizi kategorilere ayırandır/ayırtandır. Yazılanlarla kabullenilmek de dışarıda
bırakılmak da kolaydır. Bir yanda, bir tarafta durulması beklenir, yapmazsanız
tanım dışısınızdır. Oysa düşünsel üretim yapanlar bir yere doğru eğimleri olsa
da eleştirel düşünceden kaçınmamalıdır. Aidiyet değil ama bağlılık hatta
bağımlılık, düşünsel körlüğü de beraberinde getirebilir, malum insan kendini
kayırır.
Bağlantısız
olma yolunda ilerlerken tanımlanamazsınız. Dikenli tellerle çevrili olan hangi
alana konulacağı bilinemez hale gelirsiniz ve tanımlanamayan şey ürkütür,
kategorize edilemeyen irkiltir. Kategorileştirmeye alışık olan insan zihni bu
durum karşısında şaşkındır. En büyük tehlike pragmatistlik ile suçlanmaktır,
oysa bağlantısız olma asla bu anlama gelmemektedir. Ayrıca bağlantısızların
birbirinden de farklı olduğunu vurgulamak gerekir, tıpkı Bağlantısızlar Hareketi gibi ama “hiçbir
güç bloğuna dahil olmama” ilkesi onları birbirine bağlanmasını gerektirir.
Bir
girizgah niteliği taşıyan bu yazı, devam ettirilmeye, açımlanmaya ve
açıklanmaya muhtaç. Zira dünyanın iki kutuptan fazlasına ihtiyacı olduğu gibi,
akademinin de bağlantısızlara ihtiyacı var.
KAYNAKLAR:
Armaoğlu,
Fahir: 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt 1), 10. Bs. Ankara, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 1994.
Foucault,
Michel: Hapishanenin Doğuşu, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, 5. Bs., Ankara, İmge
Kitabevi, 2013b.
Foucault,
Michel: İktidarın Gözü, Çev. Işık Ergüden, 2. Bs., İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 2007.
Traboulsi,
Fawwaz: “Şarklılara Şarkiyatçı Yaklaşmak:
Edward Said’in Öteki Mesajı”, Barbarları
Beklerken, Haz. Müge Gürsoy Sökmen, Başak Ertür, İstanbul, Metis Yayınları,
2010, s. 67-79.
* Bu yazı Koridor Kültür Sanat Edebiyat
Dergisi'nin 22. sayısında yayınlanmıştır.