Hakkımda

Fotoğrafım
Şimdiye kadar İstanbul’da yaşadı, orada da doğdu . Toplamda 12 yılını İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi koridorlarında geçirdi. Sosyolojide yaptığı yandal sırasında yoğun oryantalizm ve Said tartışmalarının etkisiyle yüksek lisans tezini medyada oryantalizm üzerine yaptı. Doktorada kafasından türlü çeşitli konu geçişi sonrasında yeni medyanın toplumsal etkileri üzerine çalıştı ve bu konuda çalışmayı sürdürüyor. Takıntılı bir biçimde iletişime erişmede eşitsizlik üzerine konuşup duruyor. “Ne var canım onlar da erişseydi” karşı çıkışlarını duydukça çıldırıyor. O anlarda bir ejderha gibi ağzından ateş püskürtmek istiyor. İletişim sosyolojisine ilgi duyuyor ve bilimin, ticaret için değil toplum için olduğuna inanıyor. “Yaptığından hoşnut olan bir öğretim elemanı emekliye ayrılmalıdır” sözünü benimsiyor, o yüzden yazdığı her şeyi iki gün sonra beğenmiyor.

4 Ocak 2019 Cuma

Ceren Damar'ın Ardından


Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde araştırma görevlisi olan Ceren Damar bir öğrencisi tarafından öldürüldü. Günlerdir haberlerde okuduğumuz bir cümle bu. Henüz araştırma görevlisi, akademide uzun bir yol vardı önünde ve geçmiş zamanlı bir cümle kurmak ne zor gencecik bir kadın için. Upuzun bir hayat olacaktı önünde, sınav kaygıları olacaktı, uykusuz geceleri olacaktı makale yazma uğraşında olduğu. Bir vicdansız aldı aramızdan falan demeyeceğim, iş o kadar basit değil çünkü, çok yönlü.
Bir hukuk öğrencisi Damar’ı öldüren, fakültesinin bir nebze önemi var elbet ama en başta bir üniversite öğrencisi. Toplumun çoğunluğundan eğitim, entelektüel birikim, insana bakış olarak farklı bir noktada durmasını beklediğimiz bir birikime sahip olduğunu varsaydığımız bir üniversite öğrencisi cana kasteden. “Geçmem için kopya çekmem gerekiyordu” diye kendini savunmaya çalışan biri. Yanlış burada başlıyor. Çünkü nasıl bir “özgüven” ile yetişiyorsa bu çocuklar, başarı için her yolu mübah görebiliyor. Başarısı, suç olan bir şeye bağlı ise eğer hatayı kendinde değil, onu görmezden gelmeyende arıyor. Bu haklılık paranoyasını ilk kez duymuyoruz ama bir cana mal oluşuyla sanırım ilk kez karşılaşıyoruz. Sınav sırasında uyarıldığında kendi haklı, uyaran haksız gibi laf söyleyeni ile ilk kez karşılaşmıyoruz. Bu ahlaki yoksunluğun sadece bu çocukların kendileri ile ilgili olmadığını da bir yere yazmak gerekiyor. Şu an üzüntülerini dile getiren akademi camiasının içinde bir başka hocayı arayan ve “hocam, görmezden gel”, “hocam geçiriversen” diyen hocaların olduğunu öğrencilik zamanımızdan beri biliyoruz. Bu cinayette hepsinin parmağı var demeye dil varmıyor… Birileri nasılsa ardımı toplar diye düşünüyorsa çocuklar fütusuzca davranıyor.
Bir diğer yan ise Ceren Damar, başka bir hocanın sınavının düzenini korumak için olmuş canından. Gözetmenlik yaptığınız sınavın düzeni size emanettir. Bir hoca diğer meslektaşına güvenerek o sınavı teslim eder. Sözlü olarak söylenmesine gerek yok bunun, sınavda gözetmen olmak bu demek. Yani birinin size verdiği emanete sahip çıkmaya çalışmaktır aslında sınavın düzenli geçmesini sağlamak, diğer yandan diğer öğrencilerin hakkını gözetmektir. Farklı nedenlerle sınava çalışamamış öğrenci mutlaka vardır o sınavda ama gözünü ne başkasının kağıdana diker, ne de kopya için herhangi bir adım atar. İşte o çocuğun hakkını gözetmek de gözetmenin işi olur o noktada. Ceren Damar tüm bunları gözettiği için yaşamıştır bunu o halde. Birinin görmezden gelinmesi aynı dersin sınavına giren diğer çocukların hakkına kastetmektir çünkü. “Ne var yani birini görmezden gelse” meselesi değildir bu nedenle.
Bir diğer taraf ise kadın olmakla ilgili. Ceren Damar cinayeti bir kadın cinayetidir, politiktir. Neresi politik denebilir, şöyle açıklayalım: Bir çok alanda kadın olarak çalışmanın belirli zorlukları akademide de mevcuttur. “Kadına uygun meslek” damgası ile damgalanmış olan çalışma alanlarından biridir akademide olmak. Her ne demekse “kadına uygun meslek”. Akademiyi sadece derse girip çıkmak olarak düşünen zihniyetin yaftasıdır bu. Oysa asla işi işte bitmeyen bir meslek akademisyen olmak, gerçekten seven için işten öte hayat tarzıdır zaten. Ataerkil sistemin üniversitelerde de kök salmış olan yapısını görmek gerek. Erkek öğrenci de kadın öğrenci de kadın akademisyene erkek akademisyene davrandığından farklı davranabilir, elbette hepsi için geçerli değildir ama hiç de azımsanmayacak bir ihtimaldir. Daha kolay sindirebileceğini düşünebilir, çünkü toplumsal algıdan kopuk değildir onun düşüncesi de. Öğrenciden daha ziyade akademideki diğer meslektaşların düşünceleri daha rahatsız edici olabilir. Hiçbir erkek hocanın özel hayatı ile ilgili yorum duymadım şimdiye kadar, oysa kadınlarla ilgili olarak ne kadar fazlasını duydum. Evli olmaması, çocuğunun olmaması gibi türlü şeyler. Biraz asabi ise evli olmamasına bağlanır, öğrencileriyle ilgileniyorsa “çocuğu yok ya”dır.
Üniversitedeki ataerkil sistem sadece akademisyen kadını değil, öğrenci olan kadını da dışlar. Herhangi bir taciz suçlamasında “Allah bilir öğrenci ne yapmıştır”ı duyarsınız ya da “Yazık adamın ailesi var”ı. Kadının yok mudur, kadın öğrencinin yok mudur, incinmemiş midir o? Kim kimi koruyordur? Kim kimi ne için koruyordur? Ahlak nutukları atanlar için turnusol kağıdıdır bu.
Sonuç… Sonuç genç bir kadının ölümü, öldürülüşü. Öldürenin hukuk öğrencisinin oluşu önemli mi? Evet. Adalet anlayışının nasıl değiştiği konusunda önemli. Hakkın, yasanın, kuralın nasıl anlaşıldığı konusunda önemli.