Bir atanın sözüne göre “söz gümüş
ise sükut altındır”. Mevlana’ya göre ise, “ne kadar bilirsen bil, anlattıkların
karşındakinin anlayabildiği kadardır”. Fuzûlî ise “söylesem tesiri yok, sussam
gönül razı değil” dizeleriyle dile getirmeye çalışmış içinin sıkıntısını. Günümüzden
bir ses Birhan Keskin ise “İçime işleyen acıyı size değil/Bir suya bırakmayı
öğrendim” dizelerinde sitemini dillendirir.
Eskiden ve günümüzden nice cümle
sıralanabilir konuşmak ile susmak, söz ile sükut arasında gidip gelen ruh
haline tercüman olan. Susmak insanın doğasına aykırı. Hep bir anlatma çabasında
olmuş insan. Evrimsel düşünüldüğünde bir şekilde çıkardığı sesler anlamlı bir
bütün haline dönüşene kadar şimdi yabanıl olarak adlandırılabilecek sesler
çıkararak anlaşmaya çalışmış insan. Yaradılış’a göre ise Kur’an’da “Allah Adem’e
her şeyin ismini öğretti” ile Kitab-ı Mukaddes’te ise “Önce söz vardı” ile söz
öncelenmiş.
Dile getirmek, anlatmaya çalışmak
insanın doğasında var, küsüp susmayı öğrenene kadar. İnsan gözünü hayata
açtığından itibaren bir şekilde sesini duyurma isteğinde. Bebek rahimden dış
dünyaya çıktığında ağlayıp bağırarak dünya ile selamlaşmakta, ardından ilk
kelimeleri için herkes peşinde pervane olmakta, sonra ise “ne çok konuşuyor”
diye sitem, konuşmuyor ise “neden konuşmuyor” diye feryat etmekte. Demek insanın
insana yaranması zaten zor konuşsa da sussa da. Lakin konuşmak insanın
doğasında var, susmak sonradan öğrenilen ya da susmak sonradan öğretilen. Dünyaya
yeni gözlerini açan bebek “konuşmasam da olur, nasılsa anlamayacaklar”
demeyecektir hiçbir zaman.
Yılların acımasızca öğrettiği
şeylerden biri susmak. Fakat o atanın söylediği gibi “sükut altın” olduğundan
değil, çünkü altının değerini bilmek için önce altını bilmek gerekir. Altının
değerini bilmeyen için suküt sessizlikten başka şey değildir. Bir şeyler
konuşmak sükuttan uzak kalmak değildir. Bazen konuşulan şey esas sözü gizlemek
içindir. Bazen defalarca dile getirilen sözün karşılığının olmadığını
gördüğünüzden yenilemeye ihtiyaç duymadığınızdandır sükut. Yani Mevlana’nın dediği
gibi “ne kadar bilirsen bil, anlattıkların karşındakinin anlayabileceği
kadardır” sözünün doğruluğunu bilmenizdendir. Fakat yine de içinizde Fuzûlî’nin
attığı çığılıklara zaman zaman yenik düşerek “söylesem tesiri yok, sussam gönül
razı değil” ikilemidir.
İnsanın hayatı söz ile susmak
arasında gidip gelir sanki. Konuşmaya başlarsınız, susmayı öğrenirsiniz;
baktınız olmuyor konuşmayı yeniden öğrenirsiniz, sözün gücüne inanırsınız;
birbirinin ardı sıra sıralanan sözlerin bir karşılığının olmadığını görünce
yeniden susmayı tercih edersiniz.
Susmak, tam manasıyla susmak
değildir aslında. Susan, içine konuşur; susan, içinde konuşur. Sözün duyulmaz
hale gelişi, sözü susturmaz. Kimi bir bakış ile anlatmaya çalışır, kimi gözünün
kenarında biriken bir damla yaşla. Lakin olanın muhatabınızda karşılığı yoksa
herşey mana dışıdır. İletişim sürecindeki kod açma işlemi gerçekleşmiyorsa
iletişim gerçekleşmez. Kod ortak değilse, iletişim tamamlanmaz.
Susmak, bazen nice sözle
anlatılacak olandan daha kıymetlidir, lakin kodu çözene/çözebilene, çözme
azmini geliştirene.