“Size zahmet olmazsa bir fotoğrafımızı çeker misiniz?”
“Aaaa tabii ne demek?”
Kısa süreliğine el değiştiren fotoğraf makinesi, makineyi
verirken akıldan hiç de olumsuz bir şey geçirmeme, gidip poz verme ve hiç
tanınmayan bir insana, daha doğrusu fotoğraf makinesine ama dolayısıyla
ardındaki insana içten bir gülümseme.
“Çekiyorum”
Klik.
“Bir tane daha çekeyim”
Klik.
Makine yeniden sahibine geri döner. Teşekkür etmeler, “biz
de sizi çekelim mi”ler. Ardından ayrılma ve bir daha başka bir yerde fotoğraf
çektirmek isteyince yine hiç de tanınmayan kişilerle yine aynı diyaloglar.
Bir gezide fotoğraf çektirmek ya da bir anı fotoğraf
karesine nakşetmek isteği böyle gerçekleşiyordu. Lakin birkaç kendini bilmez
alıp kaçıverdi makineyi. Birileri bir sopa yapma ihtiyacı duydu, makineyi
yerleştirebilip fotoğraf çekebilmek için. Bu icat en gereksiz icatlar arasında
yerini aldı, aldı almasına da şimdi her köşe başında görülen selfie çubuğu işte
o gereksiz kabul edilen icat.
Birbirine güvenmez olan insanlar “ben çekerim kendimi”
dediler. Kollar öne, makine öylece tutulup kadrajın içine kafayı sokabilme
çabaları ve evet işte oldu. Kimseye gerek yok, ne makineyi tanımadığınız birine
vermeye ne de yalnız fotoğraf çekememek artık söz konusu değil. Önce güvensizlik
“bir fotoğrafımızı çeker misiniz” sorusunu sordurtmayan, ardından yalnızlık
kendini bomboş bir kadrajın içine
sığdırmaya çalışan. Oysa koca bir yalnızlık o kadrajın içene dolan.